Yeni bir bestecilik anlayışı oluşturmaya çalışan Debussy’ye, öğretmeni şöyle der:
“İlginç, ama kuramlar açısından saçma!”
Zaten bütün meselenin kurallar olduğunu belirten Debussy ise, öğretmenine şu şekilde cevap verir:
“Bir kuram yok. Yalnızca dinlemeniz gerekiyor. ‘Haz’ tek kanundur!”
Onun bu cevabı, aslında şunun habercisi; daha kariyerinin en başında müzikte neyin önemli olduğuna dair net fikrinin:
“Yüzyıllardır uygulanan geçmişin kuralları yerine; kendi kurallarım, kendi duyumum ve kendi hazzım!”
Bu fikri, elbette ki onu çağdaş müziğin öncüsü yapıyor. Genel kurallardan bireyin kendi beğenisine…Peki Debussy, eserlerini nasıl üretti? Etkilendiği şeyler, müzik ile ilgili düşünceleri ve yaşadığı ikilemler neydi?Bu video ile beraber, çağdaş müziğe; yani müzik tarihinin son dönemine doğru, iyice kapıyı aralayacağız…
Aslında Debussy, Paris’in bir banliyösünde fakir bir ailede dünyaya geldi. Onun yeteneğini ilk defa Chopin’in bir öğrencisi olan piyano öğretmeni, Bayan Mauté keşfetti. Mauté; onu Paris konservatuarına girmesi için teşvik etti ve Debussy, 1872’de burada konservatuvar eğitimine başlayarak, piyano ve kompozisyon konularında çalışmaya başladı. Ailesiyle birlikte sessiz sedasız yaşarken, beklenmedik bir anda Madame Meck ile tanıştı.hatırlayacağınız üzere, Madame Meck; Çaykovski’ye de destek veren bir Rus asilzadesiydi. Debussy; onun evinde bol bol Çaykovski’nin oda müziği eserlerini icra ediyor, çocuklarına piyano dersi veriyor ve Madame Meck’in istekleri doğrultusunda doğaçlama yapıyordu. Debussy, böyle bir çevreye girerek, ileride yaratıcı fikirlerini geliştireceği pek çok imkana sahip oldu. Okuldan arta kalan vakitlerde İsviçre, İtalya ve Rusya’da Meck ailesiyle dolaşan sanatçı,ailenin Moskova’daki evinde konaklamış ve burada Rus Beşleri’nden Musorgski’nin eserlerini dinleme fırsatı yakalamıştı. Musorgski, Debussy için çok önemli bir isim. Çünkü onun eserlerinden etkilendiği ve bu çalışmalar üzerinde analizler yaptığı çok açık. Hatta onun izlenimci olarak tanımlanan eserlerinde bu Rus bestekardan etkilendiği Fransız müzikologlar tarafından bile kabul edilir.
Debussy, 1884’te kompozisyon öğrencileri için çok önem atfeden ve bir basamak olarak görülen Roma Büyük Ödülü’nü kazandı. Bu ödül, ona Roma’daki bir villada 3 yıl konaklama ve çalışmalarını iyi şartlar altında yapma fırsatı sunuyordu. Ancak bu bursu alan bestecilerin çoğu, bu muhteşem saraydaki yaşamı sıkıcı buluyor ve daha sonra basit bir çevreyi arzuluyordu.Debussy de böyle yaptı. İki yıl sonra, Villa Medici’den kaçarak Paris’e geri döndü. Debussy’nin üne kavuşması tamamlanmış tek Operası olan “Pelléas et Mélisande” adlı eseriyle oldu. Eser ilk kez 1902’de sahnelendi ve kimilerine göre dramatizmin zirvesiydi ve yazılmış en iyi operalardan biri olarak tarihe geçmişti.Onun en bilindik ve en çok sevilen parçası, erken dönem eserlerinden biri olan Clair de Lune, 1905 yılında yayınlanmıştı. Debussy’nin müziğini etkileyen şeyler genellikle müzik dışıydı. Edebiyat, resim ve doğa görüntüleri…Bunun bir sebebi olarak şunu söyleyebiliriz: Geçmiş ile bağlantısını en az indirgemek isteyen bestecinin, müzik sanatı içerisinde örnek alabileceği ya da esinlenebileceği şeyler çok azdı. Yeni fikirlerini, yaratıcı dürtüsünü ancak başka alanlar içerisinde harekete geçirebiliyordu. Öte yandan, kendisinin resim hakkında söylediği şu söz; onun sanatını anlamamız için yardımcı olabilir:
“Resmi, neredeyse müziğin kendisi kadar seviyorum.”
Zaten Debussy’nin de içinde bulunduğu izlenimcilik, resim sanatının öncülük ettiği bir akım. Bu yüzden, onun bu alandan esinlenmesi gayet normal. Debussy’nin müziğinden önce eğer bu alanla ilgili bir şeyler söylemek gerekirse, bu akımın en büyük ayırt edici özelliği kısıtlama ve sadeleştirme olarak karşımıza çıkıyor.izlenimci bir resme uzaktan baktığınızda, onun bazı bölümlerinin atlanarak yapıldığını görürsünüz. Çünkü, bu akımın felsefesi doğanın ve insan algısının duygusal ve duyusal izlenimlerini yansıtmaya odaklanır. Amacı, nesnel gerçekliği doğrudan betimlemek değil; sanatçının kişisel deneyimlerini, duygularını ve algılarını ifade etmektir ve bu eserlerde; saygın bir konu, iyi dengelenmiş kompozisyon ya da doğru çizim amacı yoktur. İzlenimci müzikte göreceğimiz sessizlik ve tınılar arası sıçrama, resimdeki bu anlayışın müziğe uygulanmasıdır. Anlık duygu geçişlerini, ton ve tını farklılıkları ile ifade eder. Hikayeci değil, özetçi ve aynı zamanda saflık ve yalınlıktan yanadır. Örneğin Debussy, orkestrayı küçültmeyi denemiş; orkestralamada heyecanlandırıcı, güçlü veya büyük etkiler yerine saf tınıları tercih etmiştir.
Tabii ki bu stil, halka özgü bir anlayış değil. Daha çok üstten bakan, gergin bir titizlik içeriyor ancak bu akımın savunucuları aristokratlar içerisinden değil, daha çok uygarlıktan kaçma eğilimi gösteren, toplumla yabancılaşmış, bohem, burjuvazinin alt, orta kesimi içinden çıkmış. Debussy’ye dönecek olursak o; izlenimci ressam ve şairlerden gerçekten de çok etkilenmiştir. Örneğin, İngiliz ressam William Turner ve Fransız ressam Claude Monet’in fikirlerinden esinlendiği bir dönemde, “Deniz” adlı bir eser yayınlamıştı. Bu eser, denizin; yani bir doğa görüntüsünün besteci üzerinde oluşturduğu izlenimlerin ve duyguların bir ürünüydü. Burada tekrar etmekte fayda var; anlattığı şey, denizin kendisi değil. Nesnel gerçeklik bu stilin içerisinde yok. Tıpkı şu anda görmüş olduğunuz resimde bir gece görüntüsünün nesnel gerçekliğinden arındırılıp, algıladığımız haliyle resmedilmesi gibi, Debussy’nin de burada anlatmaya çalıştığı şey; kendi izlenimi, kendi algısıydı.
Öte yandan, edebiyat alanında Fransız şair Mallarmé ile arkadaşlık kurmuş ve onun fikirlerinden de oldukça etkilenmiştir. Mallarmé’in bir şiirinden bestelediği eser, onun ilk önemli yapıtıdır. “Bir Kır Tanrısının Öğleden Sonrasında” prelüt eserinde, geleneksel armoni ve ritim anlayışının dışına çıktığı açıkça görülüyor. Eski çağların çoban ezgilerini, antik dönemin modlarını kromatizm ile kullanmaktan çekinmiyor. Ölçüler ise 9 – 8’lik aksak ritimde. Fakat onun müzik sanatı içerisinde en çok etkilendiği şeye değinecek olursak, Paris’te Dünya Fuarı’nda dinlediği Ceva bölgesinden gamelan müziğidir. Bu Uzak Doğu ülkesinin halk müziğinde, yarım perdeler yerine tam perdelerden oluşan bir dizi kullanılıyordu. Baktığı her yerde farklı şeyler arayan Debussy, bu tam perde fikrini çok sevdi ve bunu eserlerini uyguladı. Dinlemek isteyenler için, özellikle “Pagot” adlı piyano eseri gamelan müziğinden esinlenmiş bir yapıya sahiptir.
Debussy Devrimi olarak tanımlanan şey de aslında bu yarım perdeler yerine tam perdelerin kullanılmasıydı. Uzak diyarlardan esinlendiği fikri kendi kültürüne uyarlayarak bir devrime imza atmıştı. Daha sonraki eserlerinde tam perdeli dizileri kullanarak; güneydoğu Asya müziğinden, Orta Çağ kilise makamlarına kadar çeşitli kültürlerden yararlanmaya devam etti. Ayrıca o, müziğinde dizonans yani uyumsuz sesler de kullanmıştı. Çünkü bir izlenimci gözüyle, uyumsuz sesler de bestecinin duyumu içerisindeydi. Debussy’nin müziğini şöyle algılamak gerekir: Her tını, sadece kendi tanısından dolayı kullanılır. Bir önceki veya bir sonraki sesle ilişkili bir şekilde değil. Tonal müzikteki seslerin tonu içerisindeki görevleri, Debussy’nin müziği için anlamsızdır. Çözülme, karara varma zorunu değildir. Birbirleriyle bir bağlantı içerisinde olmayan çeşitli akorlar, birbiri ardınca dizilir. Melodileri en sade şekline indirir ve aralardaki geçişleri atar. Bazen temayı, sadece ses tınıları şeklinde verir. Bu tarz müziğin nasıl bir şey olduğunu dinlemek isterseniz, “İki Defter” adıyla sunulan prelütlere bakabilirsiniz. Bu eserlerde bu uygulama çokça duyulur.
Debussy; bu kendine özgü armoni, ritim ve ölçüm anlayışı ile geçmiş çağlara ilişkin bestecilik anlayışını bu denli bir şekilde kapatmaya çalışan ilk besteci olmuştur. Bu yeni ve eskinin savaşı, modern zamandaki kadar yüksek olmasa da aslında her zaman vardı. Ama medeniyetin geldiği son noktada öyle büyük değişimler yaşandı ki, geçmişten hem felsefe hem de uygulama olarak büyük bir kopuşa sebep oldu. Gençlik yıllarında Debussy, bu değişimden çok mutlu ve kendi yolunda son derece kararlıydı. Aslında bunu, ömrünün sonuna kadar da sürdürdü. Fakat onun son dönemlerinde Kaleme aldığı “Monsieur Croche” adında bir alter ego, sanatı ile ilgili yaşadığı ikilemlerden ya da başka bir deyişle yaşadığı şüphelerden birtakım izler taşıyordu. Bu eserde yer alan:
“Neredeyse anlaşılmaz olan sanatınız ne işe yarıyor?”
“Güneşin doğuşunu görmek, Beethoven’in Senfonisi’ni dinlemekten daha iyi değil mi?”
ifadeleriyle Debussy, yaşadığı içsel çatışmayı hicivli bir dil ile aktarmış. Bir de açıkça görülüyor ki, bu dönemde Debussy; içinde bulunduğu, hatta öncülük ettiği bu yeni akıma kendini fazlaca kaptırdığının farkına vardı.A kım derken sadece izlenimcilikten değil, genel olarak klasik armoni yasaları dışına çıkma arzusundan bahsediyorum. Debussy’nin yaptığı şey, aslında videonun başında da söylediğim gibi; tek yasa olarak bestecinin hazzını kabul ederken, aslında kendini salt bir irade olarak tanımlıyordu. Karar merciği olarak, sadece bestecinin duyumunu savunuyordu. Ama bu şekilde düşünmesini sağlayan şeyin kendisi değil de içinde doğduğu; onu yeni şeylerin peşine düşme arzusuyla dolduran çevresi olduğunu farkettiğinde, işler biraz karışmaya başlamış gibi görünüyor.
Bunların da ötesinde, bence Debussy’nin ettiği en önemli söz; Wagner için yaptığı tanım. Eğer ki yeni bir şeyler denemekten bahsediyorsak, Wagner’in adını anacağız. Başka… başka hiçbir yol yok. Ama Debussy’nin onun hakkında söylemiş olduğu şey; çok, çok, çok önemli:
“Wagner; şafakla karıştırılan, harika bir gün batımı.”
Eskiyi bırakmanın en gizemli tarafı, yerini neyin alacağıdır. Eğer yerine koyacak daha iyi bir şeyiniz yok ise, eskiyi bırakmanın mantıklı olacağını herhalde kimse iddia edemez. Bu anlamda, her yeniliği bir gelişim olarak görmek de besbelli ki doğru bir yaklaşım değildi. Sanat; hele hele müzik, bir topluluğun konuştuğu ortak bir dil iken, onu sadece sanatçının hazzına indirmenin bazı sevimsiz sonuçları olacağı herkesin malumuydu. Medeniyet; tam en tepeye çıkmış iken, önünde birden aşağıya doğru inen bir yokuş görmüştü. İşte Debussy’nin yaşadığı çatışma da tam olarak buydu.
Bir sonraki videoda görüşmek üzere!
Sevgiler.