Hiç düşündünüz mü? Günlük hayatımızda müziğe neden bu kadar fazla maruz kalıyoruz? Yaşadığım apartmanda bir üst kata çıkmak için kullandığım asansörde, biraz olsun nefes almak ya da karnımı doyurmak için oturduğum restoranda, kendilerinden kaynaklanan problemi çözmek için aradığım müşteri hizmetleri hattında, alışveriş için gittiğim her AVM’de ve o AVM’nin her ayrı mağazasında; sevip sevmediğim bir yığın farklı müziğe maruz kalıyorum. Eskiden müzik, yalnızca bir müzisyenle aynı ortamda bulunarak yaşayabileceğiniz olağanüstü bir deneyim iken; Bugün istediğimiz her mekan ve zamanda dinlediğimiz, hatta zorla maruz bırakıldığımız sıradan bir şey haline geldi.
Peki günlük yaşantımızada farkında olmadan algıladığımız bu müziklerle, birileri tarafından manipüle ediliyor olabilir miyiz?
Bugün, tarihe “asansör müziği” adıyla başlayan manipülatif müziklerin tarihini ve daha da önemlisi bu müziklerin bizi nasıl etkilediğini konuşacağız.
Klasik Müzik Tarihi’nin en önemli figürlerinden biri olan Bach; henüz 20 yaşındayken, çok sevdiği bir müzisyeni dinlemek için, 300 kilometre yol yürüyüp Anştat’dan, Lübeck’e gitmişti. Ve bu yolculuğu, çalıştığı kiliseden izin alarak yapabilmiş ve hatta yolculuğunu söz verdiği tarihte bitiremediği için işinden de olmuştu. 1685-1750 yılları arasında yaşamış olan bu büyük bestecinin hayatını merak edenler, “Bach Neden Büyüktür” adlı videoyu izleyebilir.
Bugünkü konumuz; sevdiği müzisyeni dinlemek için, büyük emekler vermesi gereken Bach hakkında değil. Bunun tam aksine, aynı gün içerisinde pek çok farklı müziğe maruz kalan, tamamıyla edilgen bir şekilde müzik dinleyen bireyler hakkında. Yani bizler…
Aslında hikaye, Amerika’da 1934 yılında, “Muzak” adında bir şirketin kurulmasıyla başlıyor. Şirketin amacı çok basit: Toplumsal mekânlarda, insanlara, istemleri dışında müzik sunmak. Şirket; müziği eğlencenin dışında düşünerek ona bir işlev, yani bir amaç yüklüyordu. ve aslına bakılırsa bu amaç, başlangıçta çok masumdu. Nasıl ki eski çağlarda, müziğin, savaşa giden askerleri daha çok cesaretlendirdiği gözlemlendiyse; ya da nasıl ki bazı müziklerin, ruhsal tedavi ya da dini ayinler sırasında, insanın zihinsel ve biyolojik süreçlerine etki edebildiği keşfedildiyse; bu gelişmelerden sonra şu sonuca varmak zaten kaçınılmazdı: Müzik; bunlardan farklı olarak, başka alanlarda, başka amaçlar için de kullanılabilirdi.
Fakat buradaki problem, bu etkinin nasıl planlı bir şekilde yapılacağıydı? Her ne kadar böyle bir şeyin planını yapmak kulağa çok uçuk gelse de, müziğin insan üzerindeki etkisi hiç hafife alınmamalı. Bireylerin bulunduğu ortamla daha iyi bir ilişki kurmasını sağlamak; gerçekten de, onlara doğru müzikleri, doğru bir şekilde dinletmek ile mümkün olabilir. Çünkü çoğu insan; temizlik yaparken ya da yemek yaparken, müzik dinlediklerinde, geçen zamanın farkında olmadıklarını ve işlerini daha iyi yaptıklarını söylüyor. Tarihte de özellikle grup halinde çalışan insanlar, rahatlamak ve zaman algısını değiştirmek için sıklıkla müziğe başvuruyordu. Tarlada ya da başka bir yerde, bitmek bilmeyen mesai saatlerinin yorgunluğunu azaltmak için, işçiler hem şarkı söyler, hem de hareketlerini daha ritmik bir şekilde yapmaya özen gösterirdi. Hatta bazı sermaye sahipleri, ağır şartlar altında çalıştırdığı işçilerin daha iyi odaklanmasını sağlamak için, orkestra kiralar ve işçilerine canlı müzik dinletirdi.
Elbette tüm bunlar sır değil. Günümüzden veya tarihten örneklerle bu listeyi uzatabiliriz. Şimdi gelelim bu düşüncenin insan eliyle hangi boyutlara ulaştığına. İlk önce şu “asansör müziği” kavramını açıklığa kavuşturalım. Nereden geliyor bu kavram?
Belki bizler için çok sıradan bir şey asansör, fakat ilk kullanılmaya başladığı zamanlar, insanlar için tam bir işkenceydi. Sanayi Devrimi’nden sonra hayatlarında ortaya çıkan büyük değişimlere ayak uydurmaya çalışan insanlar; yüksek binalarda, bir aşağı bir yukarı hareket eden bu küçük odacıklardan pek haz etmez, kullanırken büyük bir stres yaşar ve hatta korkarlardı. İşte bu yüzden insanlar ufak ses sistemleri kullanarak, asansörlerde yaşanılan stres ve korkuyu azaltmak müzik dinlemeye başladılar. Ve bu uygulamadan sonra, arka planda herhangi bir amaç için çalınan müzikler “asansör müziği” olarak anılmaya başladı. Muzak adlı şirketin hikayesi ise ABD ordusunda görev alan tümgeneral George
Owen Squier’in önemli bir buluşa imza atmasıyla başlar. General, 1910 yılında bir teknik geliştirmişti. Bu teknik, tek bir telin, aynı anda birden fazla sinyal taşımasını sağlıyordu. Bu teknoloji, radyo ve telefon hatları gibi alanlarda kullanılan veri iletişimini, çok ciddi bir şekilde kolaylaştırıyordu. Bu yüzden general, ilk olarak 1922’de bir radyo kurdu. Wired Radio adını taşıyan bu girişim bazı nedenlerden dolayı radyo şirketleriyle rekabet edemeyince, general, hedefini başka bir yöne çevirdi.
Biliyorsunuz ki, radyo ve televizyonlarda yayın aralarına konulan uzunca reklamlar vardır. Ve bu durum herkes için oldukça can sıkıcıdır. Özellikle ticari mekanlar için. İşte bu uzun süreli reklamlardan sıkılmış olan, restoran ve otellerin başka bir şeye ihtiyacı olduğunu gören general; sadece müzikten oluşan yayın paketleri satmaya başladı. Elbette satışları arttırmak isteyen pazarlama ekibi, bu müziklerin çalışanlar üzerinde çok olumlu etki yarattığını, onların üretkenliği arttırıp, moralini iyileştirdiğini iddia etti. İşte her şeyin kararmaya başladığı nokta tam da burası oluyor. Restoran ve otellere yaptıkları ilk satışların ardından, sonuçları analiz eden Muzak pazarlama ekibi, şok geçirmişti. Çünkü bu işletmelerde, planlanan müziklerin çalmaya başlamasıyla beraber, performans artışı bir yana dursun, çalışanlar işe olan odaklarını kaybedip, bunun yerine müziğe konsantre oluyor, oynuyor, gülüyor ve hatta eğlenmeye başlıyordu.
Daha sonra Muzak ekibi, bu iş için gerçekten daha iyi bir planlama gerektiğinin farkına vardı. Programı oluşturmak için bir mühendis ekibi kuruldu ve onların ilk önemli adımı, “Stimulus Progression” adını verdikleri bir sistem geliştirmek oldu. Müziğin restoran ve otellerde istenilen işlevi yerine getirebilmesi için, müzik; olabildiğinde sadeleştirip, dikkat çeken unsurlardan arındırılacak, tanıdık melodiler kullanılacak, ve insanların bunu çok kısık, belli belirsiz bir şekilde algılaması sağlanacaktı. 15 dakikalik periyotlar halinde çalınacak playlistlerde, parçaların temposu ve parlaklığı kademeli olarak artacak ve bunu 15 dakikalık bir sessizlik süreci takip edecekti. Bu seferki sistemin sonuçları, ilk denemeden çok çok farklıydı. Pek çok işyerinde yapılan deneylerde, performans ve üretkenliğin arttığı gözlemlendi. Tıpkı asansör örneğinde olduğu gibi, sadece üretkenlik değil, rahatlama ve stresin azaltılması için de ayrı müzikler hazırlandı ve uygulamaya kondu.
Bu sistem, özellikle 2. dünya savaşı sırasında silah fabrikalarında çalışan işçilerin rahatlaması için kullanılmış ve olumlu sonuçlar alınmıştı. Hatta insanlığın Ay’a ilk yolculuğu olan “Apollo 11” fırlatılırken, içindeki astronotların sakinleşmesi için bile Muzak kullanılmıştı.
Birileri her zaman daha çok çalışmamızı ister. Üretkenliğimiz ve performansımız sürekli olarak artmalıdır. Şirketler her yıl büyüme oranı açıklamalı ve ekonomi her zaman daha iyiye gitmelidir. Fakat bunu sadece çalışarak da yapamayız. Kazandığımız parayı bir de harcamamız gerekir. Fakat harcama performansımız da düşük olmamalı. Neden cebinizdeki paranın bir miktarını gelecek için ayırasınız ki? Hepsini harcamalısınız. İşte background müzik kullanım alanlarının, üretim yeri olan fabrikalardan tüketim yeri olan mağazalara taşınması bu fikirle başladı. İnsanların neredeyse duymadığı, zar zor algıladığı arka plan müzikler; kulağımızın dibinde bangır bangır çalmaya başladı. Hatırlayın. İlk amaç, çalışanların performansını arttırmaktı. Şimdiki amaç ise satışları arttırmak oldu. Alışveriş merkezlerinde, havaalanlarında, restoranlarda, background müzik, foreground olarak kullanılmaya başladı. Bu kez yüksek sesle çalan müzikleri duymama ya da dinlememe şansınız yoktu. Eğer bir antika mağazanız varsa müzikler ona göre seçilmeli, oyuncak ya da giyim mağazanız varsa, playlistiniz ona göre hazırlanmalıydı. Dinletilecek olan müziklerin mağazanın hedef kitlesi ile uyumlu olması gerektiği ve hatta; eğer müzikler doğru bir şekilde seçilirse insanların daha fazla alışveriş yapacağı fikri, şirketler tarafından çok sevildi.
Elbette bunun bir “zihin kontrolü” olarak görülebileceğini söyleyen insanlar da oldu. Fakat şirketler; bunun sadece müşteri ile kurulan bir iletişim olarak algılanması gerektiğini ve bu metottaki amaçlarının sadece marka temasını güçlendirmek olduğunu söylediler. Tabii ki kısa sürede “yönlendirme” ya da “kontrol” temalı iddialar haksız gösterildi ve yeni sistem hızlı bir şekilde uygulamaya kondu.
Sonuç olarak, o gün bugündür bu sistem uygulanmaya devam ediyor. Eğer bir mağazadan alışveriş yapacaksanız, ya da alışveriş yapmayı bırakın, sadece o mağazada bulunacaksanız bile; o müzikleri artık dinlemek zorundasınız. Değişik restoran, mağaza ya da muhtelif dükkanlarda yapılan deneylerde, satışların arttığına dair, bir takım sonuçlar yayınlandı. Fakat tabii ki bu sonuçlara şüpheyle yaklaşmakta fayda var. Çünkü tüm bu iddialar, temeli yanlış bir akıl yürütmeye dayanıyor olabilir. Değişkenler yanlış hesaplanmış, bazı faktörler görmezden gelinmiş ya da bile isteye yapılan deneylerden kasti bir yanlış, sonuç çıkarılmış olabilir. Çünkü satışları ya da performansı müzikle arttırmak, kulağa şu yönden ütopik geliyor:
Müzik, aynı amaçla toplanmış askerlere cesaret verebilir. Tamam. Ya da aynı melodileri dinlemekten hoşlanan bir grup insanı hüzünlendirebilir ya da neşeli bir şekilde dans ettirebilir. Bu da tamam. Ama modern dünyada herkes bu kadar farklı hayat görüşüne sahipken, aynı günü bu kadar farklı yaşıyorken, beğendikleri müzik türleri bu derece farklılık gösteriyorken; nasıl olur da, bu insanlara belli bir müziği dinleterek daha fazla alışveriş yapmalarını ya da performanslarını arttırmasını sağlayabilirsiniz? Bir müziği bir yerden duymak, ya da o müziği dinlemek, müziği beğenmek ya da tercih etmek aynı şeyler değil.
Şöyle düşünelim; bir işyerine eşiyle kavga edip gelen bir kadınla, evlilik yıldönümü olduğu için eşinden çiçek almış bir kadının, aynı müzikle performans artışı yakalaması zor gibi görünüyor. Ama tabii ki burada şirketlerin amaçladığı “ortalama bir artış” olduğu için, yapılan deneylerin doğruyu söylemesi de olası.
Ayrıca şunu da hatırlamak gerekir ki, eğer bir fayda sağlamasaydı bu uygulamadan çok kolay bir şekilde vazgeçilirdi. ama bugün hala bu uygulamada ısrar ediliyor. Sonuç olarak; bu müzik terörü her yerde devam ediyor. Bu farkında olsanız da olmasanız da beyniniz tarafından algılanıyor. Biz müzisyenler için bu durum anlatamayacağım kadar kötü bir seviyede. Çünkü eğer bir yerde müzik varsa müzisyenin onu algılamaması mümkün değil. Bu yüzden, dışarıda duyduğumuz çoğu müzik, biz müzisyenler için, bir gürültüden ibaret. Bütün gün etütlerine çalışmış bir müzik öğrencisini düşünün. Ya da her gün sahne alan müzisyenleri, ses teknisyenlerini… Ya da bırakın müzisyenleri, konserlerde görev alan tonmaister, garson ya da güvenlik görevlilerini düşünün. Ya da o mağazalarda kasiyer ya da satış danışmanı olarak çalışan insanları. Bu insanlar zaten durumun çok çok farkında.
Ama bir de kendinizi düşünün. Her yerde her an müzik ile temas halindesiniz. Bu, müzik dinleme faaliyetinden alacağınız hazzı bile düşürür. Ayrıca müziğe fazla maruz kalmak çok ciddi zihin yorgunluğu yapar. Eğer bugün yorgunluk toplumu diye bir şeyden bahsediliyorsa, bütün gün algılarımızın peşinde koşan bu tarz sistemlerin bu yorgunlukta büyük bir payı var. Aşırı bilgiye, uyarana ve üretkenlik baskısına maruz kalarak, hepimiz çok ciddi bir zihinsel yorgunluk yaşıyoruz.
Neyse ki bundan rahatsız olan sadece ben değilim. Müziksiz mekanları listeleyen ve bu rahatsız edici sisteme bir karşı duruş göstermek için hazırlanmış olan bir internet sitesi bile mevcut. Müziksiz Mekanlar adını taşıyan bu site, müziksiz bir şekilde alışveriş yapabileceğiniz mağazaları ya da kahve içebileceğiniz kafeleri listeliyor. Eğer siz de müziksiz ortamlar arıyorsanız, ki bence aramalısınız, bu siteye kesinlikle göz atmalı ve hayatınızda sessiz alanlar yaratmak için çaba sarf etmelisiniz. Tabii ki tüm bunlar benim düşüncelerim, kendi deneyimlerim. Herkes benim duyduğum rahatsızlığı duymak zorunda değil. Aslında bu konuda siz ne düşünüyorsunuz onu merak ediyorum.
Arka planda ya da kulağınızın dibinde çalan müziklerin manipülatif bir tarafı var mı? Bu üzerinde düşünmeye değer bir konu mu, yoksa büyük dertlerimizin arasında pek de önemi olmayan küçük bir detay mı? Lütfen görüşlerinizi yorum kısmında benimle paylaşmaktan çekinmeyin.
Bir sonraki videoda görüşmek üzere. Sevgiler.