Kadın bestecilerin adı pek sık duyulmaz. Hele ki konu Klasik Türk Müziği olunca bu isimler zaten gölgede kalmıştır ama size çok şaşıracağınız bir şey söyleyeyim: Çanakkale Türküsü’nü hepimiz biliriz. Henüz daha ilkokuldayken ezberlediğimiz, Çanakkale Savaşı’nın dehşetini ve acısını bize fazlasıyla hissettiren bu bestenin sahibi; bir kadındı: Kemani Kevser Hanım
Fakat onun hayatıyla ilgili bildiklerimiz sadece tahminlerden ibaret. Çünkü kendisiyle alakalı çok ama çok az bilgi var. İki puslu resim, birkaç satır bilgi ve adına belgelenmiş 4 beste… 1880 yıllarında doğduğu tahmin ediliyor ve Osmanlı Devleti’nin ilk müzik okulu olan Darülelhan’da öğretmenlik yaptığı biliniyor. Hepsi bu. Büyük bir ihtimalle Kevser Hanım; yaşadığı dönemde, parmakla gösterilen, yeteneğine herkesin hayran olduğu bir karakterdi. Ve çok büyük olasılıkla da ilham veren bir hayat hikayesine sahipti. Ama ne yazık ki bugün onun hayatını konuşacak yeterli bilgimiz yok. ve bundan dolayı, böyle bir durumda yapacağımız en mantıklı iş, onu ve eserlerini yeniden hatırlatmak olacaktır. En azından henüz tam olarak unutulmamışken…
I. Dünya Savaşı sırasında, Gelibolu Yarımadası’nda, Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri arasında yaşanan, deniz ve kara muharebeleri sonucu toplamda 500.000 kişi, hayatını kaybetmişti. Şiirler, türküler, destanlar belki bu acının büyüklüğünü bize bir nebze hissettirebilir. Ama şu çok açık ki; insanın hayal gücü bile, o günlerde yaşanan acıyı tam olarak kavramaya yetmiyor.
Tarih boyunca savaş, erkeklerin hikayesi olarak karşımıza çıkar. Erkekler savaşa gider; ya kazanıp geri döner ya da öl*r. Bütün bu korkunç günlerin ardından; olayların destanını, şiirini ya da türküsünü yazmak da yine çoğunlukla bizlere yani erkeklere düşer. Ama bu seferki durum farklı. Bu büyük savaşı anlatan sözleri seslere, notaya döken; bir kadındı. Bugünün asıl kahramanı: “Kemani Kevser Hanım”
Tahminlere göre, Çanakkale Savaşı’ndan yaklaşık 25 yıl önce dünyaya geldi. Besteyi ne zaman yaptığını ya da savaşın yaşandığı o günlerde nerede, neyle meşgul olduğunu bilmiyoruz ama notaların bizim üzerimizdeki tesirine baktığımızda şunu çok açık bir şekilde anlıyoruz: Bu savaşın ona hissettirdiği çok büyük acılar ve belki de yaşadığı çok büyük kayıplar vardı… Eskilerde kalmış, tarihe karışmakta olan bir düşünce ama kimileri hala kadınların sanat ile uğraşmasını abes buluyor. Kimileri ise kadınların sanatla uğraşmasını garipsemese de beste yapmak ya da şiir yazmak gibi yaratıcı süreçlerde başarıya ulaşamayacaklarını düşünüyor. İşte bu Çanakkale Türküsü; bu tarz düşüncelere sahip olan insanlara verilebilecek en güçlü cevap.
Çünkü çok büyük bir ihtimalle ansızın gelen bir ilhamla ortaya çıkan bu eser; savaşın özünü, umutsuzca ve dehşetle geçen günleri, şehitlerin arkasından dökülen gözyaşlarını, çarpıcı bir şekilde dile getiriyor. Ansızın gelen bir ilhamla dedim, çünkü bazı besteler zamana yayılan yoğun emekle şekillenirken; bazıları doğaüstü bir ilhamla, bir anda ortaya çıkar. Bu eser, sanki bana ikincisi gibi geliyor. üretme kaygısı olmadan, hiç zorlanmadan, kendiliğinden ortaya çıkmış gibi.
Ben birkaç yıl önce, bu türkünün bestecisini merak edip Google’da ufak bir arama yapmıştım. ve bir yığın bilgi çöplüğünün arasında, Kemani Kevser Hanım’ın ismine hiç denk gelmemiştim. Özellikle haber sitelerinde, ki öyle adı sanı duyulmamış değil baya bilinen haber sitelerinde, bestenin anonim olduğuna dair yazılar vardı. Bugün o yazılar hala olduğu gibi duruyor. Nitekim, hala çoğu insan bu türkünün anonim olduğunu düşünüyor. Ne bir bestecisi olduğunu ne de bu bestecinin bir kadın olduğunu biliyor. Aslında o günkü aramalarım sonucunda, ben de Çanakkale Türküsü’nün anonim bir eser olduğuna ikna olmuştum. Çünkü haber siteleri çok netti. Fakat bu olaydan aylar sonra, yine hepimizin bildiği “Nihavend Longa” adlı eserin notaları için internette bir arama yaptığımda, İstanbul Üniversitesi – Osmanlı Dönemi Müziği Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin sitesinde bir belgeye denk geldim. Buna göre; Nihavend Longa’nın bestecisi, Kemani Kevser Hanım’dı. ve o aynı zamanda, Çanakkale Türküsü’nün de bestecisiydi. Bunu gördükten sonra, kendisinin hayatı ve diğer eserleriyle alakalı büyük bir merak duydum ve araştırma yapmak için hemen kolları sıvadım.
Ama bırakın onun doğum tarihini, ailesini ya da eğitimini; sadece soy ismini bile bulmak mümkün olmadı. O sadece “Kemani Kevser Hanım”olarak biliniyordu. Aslında bu tarz hikaye çoktur. Aksini pek görmeyiz ama genellikle besteciler unutulur ve besteler yaşamaya devam eder. Ama bu hikayede Kevser Hanım’ın unutulmasına çok içerledim ve onun için bir video yapmak artık benim için kaçınılmaz oldu. Bizim kültürümüzde kadının konumu biraz karmaşık. Ortada iki taraf var: Birileri, kadının hiçbir şekilde baskıya ya da dışlanmaya maruz kalmadığına ikna olmuşken; diğerleri kadının toplumdan tamamen dışlandığını ve bundan dolayı, müzik dahil hayatın hiçbir alanında kendisine yer bulamadığını savunuyor. Elbette, ilk tarafın savunduğu gibi kadınların baskı görmediğini iddia etmek, kesinlikle at gözlüğü takmış bir yaklaşım. Ama diğer taraf için, müzik alanında konuşacaksak eğer, şunu söyleyebiliriz: her ne kadar kadın bestecilerin sayısı erkek bestecilere kıyasla çok az da olsa, kadınların müzik dünyasından tamamen dışlandığına dair yapılan yorumlar da gerçeği yansıtmıyor.
İşte bu listede, doğum tarihi 1710 ile 1937 arasında değişen, TRT Repertuarında eseri bulunan, plak ve kasetlerde eserleri seslendirilen ve ödül alan kadın besteciler bulunuyor. Burada ihtiyaç duyulan şey; değer bilmek, hatırlamak. Örneğin; 1710 yıllarında doğmuş olan Dilhayat Kalfa, Klasik Türk Müziğinin en önemli bestecilerinden biri. Ama ne yazık ki, 100 üzerinde eser verdiği düşünülen bestecimizin, günümüze ulaşan eser sayısı sadece 12. Eserlerinden iyi bir tamburi olduğu anlaşılıyor. Kalfa ünvanını neden aldığına dair bir bilgi yok. Eserlerindeki teknik ve estetik çok üst seviyede, ama gördüğünüz gibi kendisi ve hayatı ile ilgili yapılan yorumlar, en iyi ihtimalle tahmin seviyesinde kalıyor. Merak edenleriniz varsa, Dilhayat Kalfa; en çok Evcara makamında bestelediği Peşrev ve Saz Semaisi ile ünlü. Bu eserlerin ismini açıklama kısmına bırakıyorum.
Her ne kadar kültürümüzün kadına verdiği değer ya da bakış açısı değişmek zorunda olsa da, genel olarak, besteciler hakkında bilgi bulunmadığına dair acı gerçeği de kabul etmek gerekiyor. Örneğin, Klasik Türk Müziği’nin en büyük dehalarından biri olarak kabul edilen Itri’nin hayatı ya da eserleri hakkında da fazla bilgi yok. Çoğu bestesi ya çoktan unutulmuş ya da kayıp. Doğum tarihi, ailesi, eğitimi hakkında neredeyse hiçbir şey bilinmiyor ve bu bilinmezlik durumu, ne yazık ki diğer besteciler için de geçerli.
Bu durumun bir nedeni, aslında şöyle karşımıza çıkıyor: Klasik Türk Müziği, meşk usulüyle nesilden nesile aktarılırdı. Meşk usulü, yazıya değil; hoca-öğrenci, usta-çırak ilişkisi üzerine kurulu bir sistem. Nota kullanımı ilk defa 17. yüzyılda görülse de bu yaygın bir uygulama değildi ve sadece birkaç kez kullanıldı. Müzik eğitiminde yazı kullanmak, geleneğe hakaret olarak görülüyordu. Bu alanda yazının ilk defa kullanılması; 1883 yılında, Hacı Emin Efendi’nin ilk solfej kitabı olan “Nota Muallimi” ile başlamıştı. Ama Emin Efendi de bu kitabın yayınlandığı yılda bile nota ile eser öğrenmenin hala hakaret olarak algılandığını yazıyor. O dönemi bu yönleriyle de ele alarak geniş açıdan baktığımızda, sadece “kadın” olmaktan kaynaklı bir bilgi eksikliği olmadığı sonucuna varıyoruz.
Bunu şundan dolayı söylüyorum: diğer konular bir yana ama müzik alanında konuştuğumuzda, eğer kadın besteciler unutuldu ya da bile isteye dışlandı dersek, Klasik Türk Müziği camiasına büyük bir haksızlık etmiş oluruz. Çünkü genel bir kayıtsızlık ve yazıya karşı bir önyargı mevcuttu. Şu an bu durum böyle değil tabii ki ama tarihlere baktığımızda, çok yakın bir tarihe kadar bu durumun böyle devam ettiğini görüyoruz. Ayrıca yukarıda verdiğim listede görüldüğü gibi, kadın besteciler yok değil. Ancak artık günümüzde çoğu alanda değişim ve gelişim yaşanıyorken, kadın hakları geçmişe nazaran daha iyiye gidiyorken, Kevser Hanım gibi bestecilerimizin eserleri ve hatta ismi kaybolma tehlikesi ile karşı karşıya. Onun bestelediği Çanakkale Türküsü bugün hâlâ kulaktan kulağa, nesilden nesile aktarılıyor. Onu çok az kişi biliyor olsa da, ya da kimse bilmiyor olsa da, Kevser Hanım; her büyük sanatçının yaptığı gibi, varlığını eserleriyle zaten devam ettiriyor. Fakat onun adını daha fazla duyurmak, hatırlamak ve hatırlatmak; sadece bir sanatçının hakkını teslim etmek değil, aynı zamanda geçmişimize sahip çıkmak anlamına geliyor.
Bugün sizlere çok değerli kadın bestecilerimiz hakkında bilgi vermeye çalıştım. Umarım sizler için faydalı olmuştur. Bugünlük benden bu kadar olsun. Bir sonraki videoda görüşmek üzere. Sevgiler.