Bugün Türk klasik müziğini tanımak, bu konuda bilgi sahibi olmak isteyen herkesin mutlaka dinlemesi gereken 7 önemli eseri konuşacağız. Bu konuda bir başlangıç olmasını umduğum bu listeyi kronolojik sıraya göre hazırladım. Her bir eserle birlikte o eserin döneminden ve o eseri önemli yapan özelliklerden kısaca bahsetmeye çalışacağım.
Elbette bu parçaların hepsi benim kişisel tercihim. Bir başkası başka parçaları öne çıkarabilir. Ben bu listeyi hazırlarken sizin için dinlemesi kolay, anlaşılabilir ve bugünün de estetik anlayışına uygun olabileceğini düşündüğüm parçalardan seçmeye çalıştım.
Elbette her ne kadar böyle bir şeyi göz önünde bulundurarak bu listeyi hazırlamış olsam da içinde kar, beste, peşrev gibi uzun ve belki alışık olmadığınız formlar da mevcut. Ama bu formlara özellikle zaman ayırmanızı öneriyorum. Çünkü Türk müziğisini anlamak istiyorsanız sadece kısa ve kolay olanla yetinmek biraz yetersiz kalacaktır.
Elbette bu eserler kadar bestekarları da önemli. Bu 7 önemli eseri hatırlarken aslında 7 önemli bestekarı da anmış olacağız. O yüzden hazırsanız başlayalım.
Türk müzikisi tarihinde bir başlangıç noktası arıyorsak o kesinlikle 1360 yıllarında doğduğu tahmin edilen Abdülkadir Meragi’dir. Zaten kendisi de bu müziğin ilk hocası, büyük hocası olarak anılıyor. Çünkü müzik teorisi üzerine birçok kitap yazmış olan Meragi, yazmış olduğu bu kitaplarla Türk müzikisinde kullanılan makam ve usullerin sistemleşmesine büyük katkılar sağlamış bir isim.
Ama teoristen olmasının yanı sıra beslemiş olduğu eserler de zaten bir şaheser olarak görülüyor. Bu yüzden listeye onun bir eseriyle başlayacağız. İlk parçamızın ismi Rast Nakış Beste.
Bu eseri dinlerken şunu mutlaka aklınızda bulundurun. Bu eser yaklaşık 600 sene önce bestelendi. Ama şaşırtıcı olarak bu eseri oluşturan bazı melodiler, cümleler bize hala tanıdık geliyor.
Aslında bu şaşırtıcı olmaktan ziyade doğal bir şey. “Şarkılar Neden Birbirine Benzer” adlı videoda bu konuyu uzun uzun anlatmıştım ama yere gelmişken burada tekrar değineyim. Meragi’nin bu parçasını dinlerken hissettiğimiz şey bir geleneğin yıllar içerisinde bir sanatçıdan başka bir sanatçıya nasıl aktarıldığı ve aslında bugün müzikte hala kullanılan motiflerin kökeninin çok çok eskilere dayandığı.
Ama bunun zıt bir yönü olarak şöyle bir şey de var. Her ne kadar motifler birbirine benzer olsa da şu gerçeği de unutmamak lazım. Bestelenmesinden sonra bu kadar uzun zaman geçmiş bir eseri o günkü haliyle yani orijinal otantik haliyle dinlememiz mümkün değil.
Meragi’nin eserleri büyük bir ihtimalle 17. yüzyıl ve sonrasında yazıya geçirildi. O vakte kadar hep sözlü kültürle nesilden nesile aktarıldı.
Ama sözlü ya da yazılı fark etmez. Avrupa klasik müziğinde yazı kullanımı bizden çok önce de vardı ama bugün Bach’ın herhangi bir eserini de orijinal haliyle dinleyemiyoruz. Bir yığın çalım tekniği gelişiyor.
Enstrümanlar, yorum yani müziği etkileyebilecek pek çok şey yıllar içerisinde zaten değişmiş oluyor. Buradaki kritik nokta müziğin tamamı yazıya dökülemediği için her çağda ister istemeden yeni yorumlar, yeni üsluplar oluşuyor. Her ne kadar parçanın orijinal halini dinlemiyor olsak da Meragi’nin bu eseri motiflerin ve müzikal fikirlerin yüzyıllar boyunca nasıl taşındığını gösteren çok değerli bir örnek.
Şimdi geçelim ikinci eserimize. 1631 yılında doğduğu düşünülen Hafız Post’un beslemiş olduğu bir yürük semaisi. Gelse O Şuh Meclise Naz Ü Tegafül Eylese
Hafız Post binin üzerinde eser veren divan, aşık ve tasavvuf edebiyatına ve hatta halk türkülerine de ilgi gösteren son derece geniş bir kültüre sahip önemli bir bestecimiz. Türk muzikisinin kendi kimliğinin oluşmaya başladığı bir dönemde yaşamış ama eserleri bugün hala günümüzde de çok seviliyor. Hatta 2000 yılında çıkardığı İşte Türk Sanat Müziği İşte Sibel Can albümünde Sibel Can bu şarkıyı yorumlamış fakat burada küçük bir düzeltme yapalım.
Bu eser Türk sanat müziği olarak tanımlanamaz çünkü bu terim 1950’lerden sonra kullanılmaya başladı. Hafız Post için bu tanımı kullanmak birazcık sakıncalı. Çünkü o saf duru bir klasik türk müziği destekarı.
Bu ayrıma dikkat çekmek istiyorum çünkü bunun bazı nedenleri var. Türk sanat müziği tanımı batı etkisinden sonra yapılmış bir tanım. Fakat bu klasik öncesi dönemde henüz batı etkisinin emaresi bile yoktu.
Fakat doğu etkisi hiç de az değildi. Hafız Post da bu yüzden önemli bir sanatçı zaten. Onun yaşadığı zamanda müzikte bir türk kimliği oluşmaya başladı ki onun öğrencisi olan Itri, bu kimlik oluşturma konusunda ciddi adımlar atacak ve Meragi’den sonra yaşamış en büyük müzik alemi olarak anılacaktı.
Zaten bir sonraki eserimiz de Itri’ye ait. Itır’ın Nevakar adlı eseri. Birilerinin hoşuna gitmiyor belki ama Türk müzikisinin temelleri doğuda atıldı.
İranlı Safiyüddin Urmevi’nin 17 perdelik bir ses sistemi geliştirmesi, Meragi’nin bu sistemi devam ettirmesi bu müziğin doğu etkisinde kalmasını sağladı. Yani bu kültür farklı etnik grupların etkilediği çok katmanlı bir kültürdü. Ta ki Itri’ye kadar.
Itri, müziği bu yakın ve uzak doğu etkilerinden arındırarak yeni bir üslup ortaya koydu ve Türk kimliğinin oluşmasını sağladı. Ve böylece klasik olarak adlandırabileceğimiz bir Türk müziği dönemi başlamış oldu. Bu yüzden Itri, Abdülkadir Meragi’den sonra yaşamış en büyük hoca olarak görülüyor.
Kendisinin cami müziğine katkıları da çok ama ben onun Nevakar adlı eserini çok seviyorum. İlk cümlesinden son cümlesine kadar bence harika bir eser. Videonun başında değindiğim alışık olmadığınız kapsamlı formlardan biri olan kar formunda beslenmiş.
Bu yüzden sabırla, dikkatle ve farklı zamanlarda birkaç kez dinlemek gerekiyor. Bir diğer eserimiz Tamburi Mustafa Çavuş’tan Dök Zülfünü Meydana Gel. Bu şarkının özel bir yeri var.
Genellikle klasik Türk müziği ağır, hüzünlü ve maneviyat dolu bir müziktir. Hatta bundan dolayı bazı eleştirilere maruz kalmış. Sanki bu müzik neşeli eserler üretmek için elverişli değilmiş gibi.
Ama bu durum tabii ki müziğin yapısıyla alakalı değil. Sadece o kültüre sahip olan insanların seçimleriyle alakalı. Genellikle dini eğitim gördükleri için seçimlerini neşeden ya da mutluluktan yana yapmamış olabilir sanatçılar.
Ama Tamburi Mustafa Çavuş onlardan biri değil. 1689-1750 yılları arasında yaşadığı tahmin edilen sanatçı neşeli ve enerji dolu şarkıları ile ünlü. Hatta o çağda hiç çekinmeden şarkılarında çapkınca, müstehcen, basit sözler kullanmış.
Itri’den sonra onu dinlemek sizin için ilginç olacaktır. Ama eminim ki modern zamanın sakinleri olarak da bu listeden en çok bu parçayı seveceksiniz. Ve geldik Dede Efendi’ye.
Daha önceki videolarda söylediğim gibi. Bana tek bir isim verdiyseniz kesinlikle Dede’yi seçerdim. Itri döneminde belki bu kültür doğu etkilerinden arınmıştı ama 1778 yılında doğmuş olan Dede Efendi bu sefer de bu kültürün batı etkisinde kaldığını gördü.
Fransız devriminden sonra Osmanlı’da planlanan yenileşme hareketlerinden elbette müzik de nasibini alacaktı. Padişahlar Dede Efendi’yi batı formunda eserler vermesi için zorlayacak, kendisinden basit ve sanat değeri olmayan işler talep edeceklerdi. O da çözümü müziğini iki kollu olarak düşünmekte buldu.
Bir yandan geleneği yenilikçi bir tavırla devam ettirdi. Diğer yandan yeni oluşmakta olan taleplere cevap verdi. Bu yüzden Dede Efendi’yi tek bir eserle anlayamayız.
Çünkü o dini ve din dışı formlarda, köçekçelerden mevlevi yayinlerine, kardan şarkılara, bestelerden semailere kadar birçok formda eser vermiş bir sanatçı. Bu yüzden ben bugün sizlere şarkı formunda olan Yüzündür Cihanı Münevver eden eseriyle Ferah Feza makamında beslediği Rast Kârı Natık eserini önereceğim. Yine kâr formunda olan bir eser fakat gerek usulü gerek ezginin işlenişi karakteri bakımından oldukça yenilikçi.
Bu yüzden kesinlikle bilinmesi ve üzerinde durulması gerekiyor. Altıncı eser olarak şimdi bir saz eserine yani sözsüz anlatımın zirveye çıktığı bir forma geçiyoruz. “Peşrev” 1820 yılında doğduğu tahmin edilen Yusuf Paşa, saz eserleri bestekarları arasında en dikkat çeken isimlerden biri.
Ben onun Segah Peşrevi’ni ilk dinlediğim zaman gerçekten çok etkilenmiştim. Türk musikisi biliyorsunuz ki tek sesli bir müzik. Elbette dünyadaki her şey gibi bu durumun da kendi içinde avantajları ve dezavantajları var.
Bu konuyu bu videoda konuşmayacağız tabi ama tek sesli müziğin avantajı özellikle bu enstrümantal saz eserlerinde ortaya çıkıyor. Eğer iyi icra edilirse sanki enstrümanın bir dili var da sizinle konuşuyormuş gibi hissediyorsunuz. Bu da tek sesli müziğin en güçlü yanı.
Melodideki mükemmellik. Yusuf Paşa bu konuda çok yetenekli biri. Ayrıca Beşiktaş Mevlihanesinde yetişmiş çok iyi bir neyzen.
Biraz içkiye düşkün olduğu söyleniyor. Fakat eserlerinde öyle bir içtenlik, öyle bir duygusallık var ki sözsüz de olsa sanki bir aşk mektubu okuyor ya da bir dua dinliyormuş gibi hissediyorsunuz. Onun hikayesini okuduğum zaman aklıma Mevlana’nın Mesnevisi gelmişti.
O meşhur giriş. Dinle bu ney neler söylüyor. Ayrılıklardan nasıl şikayet ediyor.
Yusuf Paşa’nın eserleri de tıpkı Mevlana’nın bahsettiği o neyi dinlemek gibi. Kalbinde bir kırıklık taşıyan, bir derdi olan herkese bence çok şey söyler. O yüzden Yusuf Paşa’nın bu peşrevini bir dinleyin.
Bakalım size neler söyleyecek. Yedinci eser için bir virtüözünün kapısını çalıyoruz. Tamburi Cemil Bey.
1873 yılında doğan sanatçı icra konusunda çok ileriydi. Biliyorsunuz ki Batı’da da özellikle romantik dönemde usta çalgıcılar yetişmişti. Hatta Batı’nın romantik dönemini usta çalgıcılar dönemi olarak anlatan böyle tanımlayan müzikologlar da var.
Chopin, Liszt, Paganini gibi sanatçılar icra seviyesini neredeyse aşılmaz bir seviyeye taşımıştı. Tamburi Cemil Bey de ilk olarak bu yönüyle karşımıza çıkıyor. Kendisi tambur ve kemençe çalgılarını çok iyi bir şekilde çalıyor ama bunların dışında lavta ve violonselde de iyi bir seviyede olduğu söyleniyor.
Ne yazık ki 1916 yılında çok erken bir şekilde henüz 43 yaşındayken hayata gözlerini yuman Cemil Bey bu kısacık ömre yeni bir ekol, büyük bir miras sığdırmayı başarmıştı. Enstrüman üzerindeki hakimiyetiyle Türk müzikisi saz icrasına yeni, alışılmadık model bir anlayış getirmişti. Kendisinin ve daha başka bir sürü bestekarın eserlerini taş plaklara kaydederek gelecek nesiller için ders niteliği taşıyan ürünler ortaya koymuştu.
Onun üstün yeteneğini beste çalışmalarında da görüyoruz. Cemil Bey bestelemiş olduğu eserlerle enstrümantal Türk müzikisinin sembol isimlerinden biri haline gelmişti. En ünlü eseri Çeçen Kızı adlı saz semaisi.
Bu eser ilk kez dinleyenleri bile kolayca içine çeken, akılda kalıcı bir yapıya sahip. Tamburi Cemil Bey zaten daha ilk dinleyişte kendinizi melodisine kaptırdığınız eserleriyle ünlü. Bu yüzden onun bir tane daha eserini vereceğim.
Belki listeyi uzatmış oluyorum biraz ama videoyu bu fazladan eserle bitirmek istiyorum. O da Sevdim Seni Ey İşbebaz adlı eser. Evet, bugün Türk müzikisine kısa bir bakış atarak önemli ve mutlaka bilinmesi gereken bestekarları ve onların bazı eserlerini konuştuk.
Her biri bu kültürün farklı bir yönünü, farklı bir ruhunu ve farklı bir dönemini yansıtıyor. Umarım sizler için faydalı bir video olmuştur. Beğendiyseniz kanala abone olmayı ve videoyu paylaşmayı unutmayın.
Bir sonraki videoda görüşmek üzere. Sevgiler.