Padişah’ın Gözdesiydi! | Hacı Arif Bey’in Hayatı ve Şarkıları

Osmanlı döneminde yetenekli cariyelere müzik öğretmesi için padişahlar bazı bestecileri görevlendirirdi. Bu, neresinden bakarsanız bakın tehlikeli bir iş. Çünkü tahmin edersiniz ki haremle içli dışlı olmaya başlayan bir besteci duygularını kontrol edemeyebilir ve cariyelerden birine gönlünü kaptırabilirdi.

Öyle de oldu. Klasik Türk müziği tarihinde bu tarz birkaç hikaye var. En güzel örneği Sadullah Ağa.

O çok şanssız birisiydi çünkü haremde Mihriban adında bir cariyeye aşık olmuştu ve padişah III. Selim de bu cariyeye yakından ilgiliydi. Ama hikaye bu ya, Mihriban da gönlünü çoktan Sadullah Ağa’ya kaptırmış ve onunla evlenmek istiyordu.

İlişkileri artık gizlenemeyecek bu duruma geldiğinde, bu tehlikeli gönül macerasını ilk önce saray halkı öğrendi ve tabi daha sonra padişahın da kulağına gitti.

Bu duruma fazlasıyla öfkelenen padişah III. Selim derhal Sadullah Ağa’nın idamını istedi. Bu tabii öfkeyle verilmiş bir karardı ve herkes bunu biliyordu. Bundan dolayı saray çalışanları bu genç aşıklara acıyarak ve padişahın sakinleşince bu kararından döneceğini düşünerek başka bir şey planladılar.

Sadullah Ağa’yı idam etmek yerine bir süre bir odada hapsetmeye başladılar ve uygun zaman geldiğinde bu durumu padişaha söyleyeceklerdi.

Sonunda saray çalışanlarından biri cesaretini toplayıp Sadullah’ın idam edilmediğini, bir odada hapsedildiğini padişaha söyledi. Tabii Sadullah’ın büyük aşkını ve Mihriban’ın da bu aşka karşılık verdiğini sözlerine ekleyince, sonrasında tam da tahmin edildiği gibi III. Selim idam kararından dönerek Sadullah Ağa ve sevgilisi Mihriban’ı evlendirme kararı aldı.

Fakat bu mutlu sonla biten bir hikaye. Mutlu sonlar, mutlu hikayeler birazcık sıkıcıdır. Tıpkı Tolstoy’un Anna Karenina’nın hikayesine başlarken daha ilk cümlede söylediği gibi:

“Mutlu hikayeler, mutlu evler birbirine benzer. Fakat her mutsuzluğun kendine özgü bir hikayesi vardır.”

Bugün konuşacağımız besleyicinin cariyelerle yaşadığı aşk maceraları mutlu sonla bitmiyor.

Arif Bey, haremde öğretmenlik yaparken gönlünü cariyeye kaptıran başka bir besleyici. Klasik Türk müziğinin romantik dönemini başlatan şarkı formu denilince tartışmasız akla gelen en büyük isim. Şarkılarını hep bir hikaye üzerine yazmış.

Ve bugün de onun hayatını anlatırken yaşadığı olaylardan sonra yazmış olduğu şarkı isimlerini sizlerle paylaşacağım. Hatta mutlaka dinlemenizi istediğim bu şarkıların isimlerini açıklama kısmına da bıraktım. Ama dilerseniz ilk önce bu çalkantılı hayat hikayesine bir giriş yapalım.

Hacı lakaplı Arif Bey, 1831 yılının 2. yarısında İstanbul’da, Eyüp’te doğdu. 13 yaşında o dönemin savunma bakanlığında yani Babıser askeriye de katip olarak göreve başladı. Sesi o kadar güzeldi ki katip olarak göreve başladığı bu yerde onun öne çıkan özelliği müziğe olan yoğun ilgisiydi.

Öyle ki çok geçmeden Padişah Abdülmecit de bu genç yetenekten haberdar oldu ve derhal askeri bandoya alınması ve orada gerekli eğitimi görmesi için emirlerini verdi. Tabi Arif Bey müzik konusunda çok yetenekliydi de ama diğer yandan nezaketi, terbiyesi ve zekasıyla da ön plana çıkıyordu.

Bu geleceği parlak gencin yetenekleri padişahın iyice ilgisini çekince henüz daha 20 yaşına gelmeden o zamanın özel kalem müdürlüğü işlemini gören Mabeyn’de göreve başlatıldı. Ve bu aynı zamanda hayatının akışını değiştirecek olan haremdeki müzik hocalığının da başladığı dönemdi.

Arif Bey’in hayatı bildiğimiz kadarıyla hüzünlerle dolu. Çağına yaraşır bir şekilde tam anlamıyla bir romantik. İnişli çıkışlı ve hatta bunalımlı bir yaşam sürmüş. Onun hikayesini dinlerken onun adına hem sevinebilir hem üzülebilir hatta zaman zaman ona kızabilirsiniz bile.

Neyse, özel kalemdeki ve haremdeki öğretmenlik görevine başladıktan kısa bir süre sonra Arif Bey, 15 yaşında bir Çerkez güzeli olan Çeşmiye Dilber adında bir cariyeye aşık oldu ve duygularına da karşılık buldu. Bu ilgi saray halkı tarafından duyulunca çok geçmeden Sultan Abdülmecid’in de kulağına gitti.

III. Selim’in aksine olayı son derece sakin karşılayan Abdülmecid bir büyüklük göstererek aşıkların arasından çekildi, üstüne üstlük cariyesini zengin bir şekilde çeyizleyerek Arif Bey ile evlendirdi. Fakat Arif Bey’i saray hizmetinden de çıkardı.

Yani bu evlilikle saray yaşamları son bulan çiçeği burnunda çift yine padişahın Arif Bey’e hediyesi olan Taşlıktaki konakta yaşamaya başladı. Evliliklerinin 9. ayında bir erkek çocukları, bundan bir sene sonra da bir kız çocukları dünyaya geldi.

Fakat saraydan çıktıktan sonra Arif Bey, Çeşme-i Dilber’de bazı değişiklikler hissetmeye başladı. Saray dışındaki yeni yaşantısına adapte olamayan Çerkez güzeli, neyi kaybettiğini yani sarayı kaybettiğini idrak etmiş olacak ki Arif Bey’i gerçek bir aşkla sevmediğinin farkına vardı.

İşlerin bir gün düzeleceği umuduyla yaşamına devam eden Arif Bey, bugüne kadar hissettiği tüm duyguların aslında karşılıksız olduğunu acı bir gerçekle öğrendi. Çeşme-i Dilber, ikinci çocuğunun doğumundan hemen sonra zengin bir tüccarla kaçarak hem çocuklarını hem de kocasını terk etmişti.

İşte size ilk söyleyeceğim beste, sanatçının bu hikayeden sonra bestelediği “Niçin Terk Eyleyip Gittin a Zalim” parçası. Arif Bey bu şarkıyı yalnız ve çaresiz kaldığı o ilk günlerde bestelemiş. Dünyası başına yıkılan ve henüz çok genç olan sanatçı, bu olayı atlatmak için çoğu müzisyenin yapacağı gibi kendini müziğe verdi ve şarkı bestelemeye, duygularını eserleriyle anlatmaya devam etti.

Başından geçen bu tatsız olay bir süre sonra saray halkı tarafından duyulunca padişah, onun saraydaki görevine geri dönmesini emretti.

Anlatılana göre padişahın bu kararı almasına sebep olan şey Arif Bey’in bestelediği yeni bir eserdi. Padişah onun “Düşer mi Şanına Ey Şeh-i Huban isimli eserini dinledikten sonra hikayesinden haberdar olmuş ve tekrar saraydaki görevine başlamasını emretmişti. Yani Arif Bey hem özel kalem müdürlüğü işlevi gören Mabeyn’de hem de haremdeki öğretmenlik görevine yeniden başlamıştı.


Bu başlı başına yanlış bir karardı çünkü yaşadığı bunalım devrinden sonra eski olanaklarını geri kazanan Arif Bey elbette şansını bir kez daha deneyecekti ve bu sefer de Zülfü Nigar adında başka bir çerkez kızına aşık oldu. Bu olay yine padişahın kulağına gitti ve kötü dedikoduları engellemek için padişah yine bu aşıkları evlendirdi ve tabi ki Arif Bey’in saraydaki görevine yine son verdi. Saraydan çekilerek kolaktaki yaşamına geri dönen Arif Bey’in bu sefer başında öncesinden daha büyük, daha can sıkıcı bir dert vardı.


Zülfü Nigar hastalanmıştı. Verem onu yakalamış ve elden ayaktan düşürmüştü. Geçirdiği hamilelik sürecinden sonra iyice yıpranan Zülfü Nigar bir kız çocuğu dünyaya getirdikten kısa bir süre sonra hayata gözlerini yumdu.


Yani Arif Bey’in ikinci evliliği de çok kısa bir süre içerisinde büyük bir acıyla son bulmuştu. Dediğim gibi onun hayatı hüzünlerle dolu. Atlatması, başa çıkması çok zor zamanlardan geçmiş. İkinci karısı Verem’e yenik düştükten sonra Olmaz İlaç Sine-i Sadpareme isimli şarkıyı beslemiş. Bu şarkının sözleri Namık Kemal’e ait. Hacı Arif Bey’in bu şarkısının aslında şöyle bir önemi var. Tarkan, Türk pop müziğinin en büyük isimlerinden biri. 2017 yılında yayınladığı Ahde Vefa albümünde açılış parçası olarak bu şarkıyı seçmiş. Tabii ki bu topraklarda eğer müzikle ilgileniyorsanız yani eğer bir şarkı yazarıysanız ve Ahde Vefa isimli bir albüm yapıyorsanız bence de Hacı Arif Bey’in bir şarkısını mutlaka hatırlamanız gerekir.


Bu yüzden albümün açılış parçası olarak bu şarkıyı seçmesi bence çok klas bir hareket olmuş. Konumuza geri dönecek olursak çünkü Arif Bey’in hikayesi burada da bitmiyor. Onun saraydan uzak kaldığı, Verem’in çok canlar aldığı bu dönemde Sultan Abdülmecit de Verem’den hayatını kaybetti ve yerini Padişah Abdülaziz aldı.


Diğer yandan saraydan uzakta kalan Arif Bey’in ünü gittikçe artarak sadece İstanbul’da değil şöhreti çevre şehirlere de taşınıyordu. Onun bu şöhretini ve başından geçen hikayeleri duyan Sultan Abdülaziz onu tekrar saraya çağırdı. Fakat bu kez ona kardeşi gibi özel kalemde görev vermedi.


Görevi başhanende ve cariyelerin müzik hocasıyla sınırlı kalacaktı. İki sefer evlenerek çıktığı saraya üçüncü kez bekar dönen Arif Bey bu sefer de Valide Sultan’ın nedimelerinden Nigarnik kalfaya tutulmuştu. Arif Bey’i çok seven ve onun yaşadıklarından dolayı ona merhamet de gösteren Valide Sultan bu çiftin evlenmesine yardım etti ve iyi ki de etti. Çünkü bu Arif Bey’in yaptığı son evlilik oldu. Artık bu tarihten sonra başlangıçta nezaketi, terbiyesi ve zekasıyla herkes tarafından sevilen Arif Bey’in bunalımlı, kaprisli dönemi başlıyordu.

Saray çevresinde gördüğü ilgi, saraya defalarca kabul edilişi ve insanların yeteneğinden ve ününden dolayı ona fazla saygı duyması kendisini fazla gururlandırmıştı. Söylenilene göre Arif Bey aşırı kaprisli birine dönüşmüştü. Saraya ilk geldiği zamanlarda nezaketi ve terbiyesiyle ön plana çıkan Arif Bey artık eskisi gibi değildi. Bu süreçte kiminle ne yaşadığı bilinmez ama 1871 yılında padişah Abdülaziz onun görevine son vererek onu saraydan uzaklaştırmıştı.


Tabii ki 3. kez saraydan çıkmak sanki bir sonmuş gibi geliyor kulağa. Ama öyle değil. Çünkü bu sırada tahtta tekrar bir değişiklik oldu ve tahta geçen yeni padişah 2. Abdülhamid göreve başladıktan bir süre sonra Arif Bey’i tekrar saraya çağırdı.


Aslında şöyle söyleyebiliriz. Arif Bey’in şöhreti onun tekrar ve son kez saraya geri dönmesini sağladı. Bir gün İran İstanbul Büyükelçisi 2. Abdülhamid’e müracaat ederek İran Şahı olan Nasırettin’in ünü çokça büyümüş olan Arif Bey’i dinleyip çok sevdiğini eğer padişah izin verirse onu Tahran’daki sarayına almak istediğini söyler.


Fakat Abdülhamid böyle bir değerli sanatçının saraydan ayrıldığından haberi olmadığını onu Tahran’a göndermeyip kendi sarayına geri çağıracağını söyler ve Arif Bey’in 4. ve son kez saraya kabul edilmesi işte bu hikaye sonucu gerçekleşir. Ama artık Arif Bey 45 yaşındaydı. Her ne kadar ünü tüm vatana yayılmış olsa da sarayda kendisine olan ilgi artık eskisi gibi değildi.


Saraydaki yeni düzeni gördükten sonra büyük bir hayal kırıklığı yaşayan sanatçının zaten değişmiş olan tavırları artık iyice zıvanadan çıktı. Kaprisleri kendini bilmezlik seviyesine ulaşabiliyor ve hatta zaman zaman padişahın emrine bile karşı geldiği oluyordu.

Arif Bey 2. Abdülhamid’den 11 yaş daha büyüktü ve bir gün padişahın doğduğu bir ortamda Arif Bey padişahı çocukluk zamandan beri tanıdığını şehzadenin çok zaman kucağında gezdiğini ve hatta bir gün henüz çocukken kendisinin kucağını ıslattığını söyleyince padişah fena halde öfkelenerek Arif Bey’in askeri bandonun bir odasına hapsedilmesini emretti ve bu hapis tam 50 gün sürdü.


Affedilmek için hemen müziğine sıralan sanatçı bu oda hapsindeyken “Ahteri Düşkün Garib ü Aşık-ı Avareyim” adlı eserini besteledi. Dede efendinin torunu olan Rıfat Bey padişahın huzurunda bu eseri okunca padişah onu affederek oda hapsinin bitmesini emretti. Elindeki parasını har vurup harman savuran hatta saraydan aldığı hediyeleri de satmaya başlayan Arif Bey ömrünün sonlarına doğru bir kalp rahatsızlığına yakalandı ve büyük bir karamsarlıkla hayata küstü.


Henüz daha 54 yaşındayken askeri bandonun bir odasında öğrencilerine ders verdiği bir sırada kalp krizi geçirerek hayata gözlerini yumdu. O şarkı bestekarlarının en dikkat çekeni şüphesiz. Ayrıca herkesin çok sevdiği Kürdül-i Hicazkar makamının mucidi.


Ölümünden 12 yıl önce içinde bin küsur eser bulunan Mecmua-i Arif adında bir derlemede yayınlamış. Bestekarlığı, müzisyenliği hafife alınacak bir türden değil. Yukarıda ismini vermediğim ama onun benim çok sevdiğim başka bir eseri daha var.


O da Vücut İklinin Sultanı Sensin isimli parça. Son derece hüzünlü olan bu eser bence onun iç dünyasının en güzel yansımalarından biridir. Eğer siz de zor zamanlardan geçiyorsanız onun eserlerinin kendisinde olduğu gibi size de derman olmasını temenni ederim.


Evet bugün sizlere Arif Bey’in çalkantılı aşk hikayelerini ve bestelediği eserlerden bazılarını aktarmaya çalıştım. Umarım sizin için faydalı ve eğlenceli bir video olmuştur. Bir sonraki videoda görüşmek üzere.
Sevgiler…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir