Beethoven; prens ile yaşadığı tartışmadan sonra, ona şöyle bir not bıraktı:
“Siz, içinde doğduğunuz konumdan dolayı varsınız. Ben ise, kendi yaptıklarımla…Bu dünyadan pek çok prens geçti, hatta yenileri de gelip geçecek. Fakat Beethoven’dan sadece bir tane var!”
Bach’ın uşak muamelesi görmesiyle, Beethoven’ın prense ayar vermesi arasında, sadece 150 yıl var. İnsanlık tarihi böyle bir şey.Yakın tarihte tabu olan şeyler; günümüzde, komik duruma dönüşebiliyor. Sanatçıların evrimi, kısaca şöyle: Bach, zaten önemsenmeyen bir uşaktı. Mozart; özgürlük ateşini yakan bir delikanlı, Beethoven ise; tüm ihtişamı ile gerçek bir sanatçı. Peki o; nasıl oldu da, toplum içerisinde, prensleri aşan büyük bir konuma geldi? Bu videoda, Beethoven’ın yaşadığı dönemi analiz ederken; aynı zamanda, onun işitme kaybına ve zorluklarla geçen hayat hikayesine bakacağız.
İNTİHARIN KIYISINDA
18. yüzyılda çokça görüldüğü gibi, Beethoven da müziğin içinde doğmuştu. Onun doğumundan seneler önce, büyükbabası; Köln’deki bir koroya katılmak için, Bonn şehrine yerleşti. Sonrasında, burada müzik yönetmeni olarak görev yaptı ve ilerleyen yıllarda, Beethoven’ın babası da bu koroya katılmıştı. Yani onun doğduğu ev, en az iki nesildir müzik ile iç içe olan bir evdi.
Başlangıçta, ailenin herhangi bir geçim sıkıntısı yoktu.Fakat sonrasında, büyükbabanın ölmesi ve babasının alkolizme yönelmesi sonucu, Beethoven’ın hayatı; daha küçük yaşta, çok değişmişti. 11 yaşına geldiğinde, okulu bırakmak zorunda kaldı ve 18 yaşına geldiğinde, ailesinin geçimini sağlayan tek kişiydi. Babası; bir müzisyen olarak, Beethoven’ın yeteneğini erken yaşta görmüş ve onu; harika çocuk olarak tanıtmak istemişti ama bu gerçekleşmedi. Her ne kadar çocuğuna her gün piyanoda pratik yapması için baskı uygulasa da, Beethoven; ancak ergenlik çağına geldiğinde ilgi görmeye başladı. 13 yaşındayken saray orkestrasına giren Beethoven; burada, çok ciddi ilerleme kaydederek dikkatleri üzerine çekmişti. 17 yaşına geldiğinde ise, Mozart’tan ders almak üzere Viyana’ya gönderilmiş, fakat; annesinin vefatından dolayı erken dönmek durumunda kalmıştı. Bu kısa süre içerisinde bile, Mozart; onun eşsiz yeteneğini görmüş ve hakkında şöyle bir yorumda bulunmuştu:
“Bu çocuğa dikkat edin. Yakında, dünya onun önünde ayağa kalkacak.”
22 yaşına geldiğinde ise, Viyana’ya yerleşen Beethoven; burada Haydn ve Salieri gibi isimlerden ders almış; kısa bir süre içerisinde, besteci ve piyanist olarak kendini kabul ettirmişti. 25 yaşında, ilk halka açık konserlerini veren sanatçı; Viyana’dan sonra Dresden, Nürnberg ve Prag’da sahne alarak ününü geliştirmişti. Görünüşe göre, her şey çok güzel gidiyordu. Büyükbabasının vefatından sonra, kötü bir çocukluk dönemi geçirmiş olsa da; şimdi, elde ettiği başarı ile her şeyi düzeltiyormuş gibi hissediyordu. Fakat bu başarılı konserler sonrası, Beethoven; işitme zorluğu çekmeye başladı. Bu durumun farkına vardığında, aslında rahatsızlık verecek bir durumda değildi ve zamanla düzeleceğini umuyordu. Fakat onun bu durumu, yıllar geçtikçe daha da ilerledi ve 32 yaşına geldiğinde, artık yanında konuşulanları bile zor duymaya başladı.
Düşünsenize; bir müzisyensiniz. Herkes sizin yeteneğinizi konuşuyor. Mozart’tan ders alıyorsunuz ve o da sizi cesaretlendirecek şeyler söylüyor ama birden, başınıza gelebilecek en kötü senaryolardan biri geliyor: İşitme yetiniz, elinizden alınıyor. Hem de yavaş yavaş…Katlanılması zor bir durum ve insanın üzerinde yıkıcı etkileri olacağı muhakkak.
Beethoven da hastalığını kabul etmekte epeyce zorlandı. Her ne kadar, bu durumu gizlemeye çalışarak konserlerine devam etmeye çalışsa da; en sonunda inzivaya çekilerek, intihar düşünceleriyle baş başa kaldı. Onun, Heiligenstadt Vasiyeti olarak bilinen mektubu; yaşadığı durumu net bir şekilde ortaya koyuyor. Beethoven; bu mektubunda; müziği bırakma noktasına nasıl geldiğini, yaşadığı acıları ve içinde bulunduğu psikolojik durumu, dokunaklı bir dil ile aktarmış. Neyse ki, bu karanlık dehlizden kendini çıkararak, intihar düşüncesinden vazgeçiyor Beethoven ve yaşadığı tüm zorluklara rağmen mücadelesine devam edeceğini, şu sözler ile aktarıyor:
“Yalnızca sanat! Geri adım attırdı. Çünkü; üretmek zorunda hissettiğim şeyleri üretmeden bu dünyayı sonsuza dek terk etme düşüncesi, benim için imkansız görünüyordu.”
Böyle bir durumda, Beethoven; bir şeye tutunmak zorundaydı. Müziğe olan tutkusu da, onu; yaşama bağlamıştı. Çünkü Beethoven, şunun farkındaydı:Karakteri gereği, normal koşullar altında bile; sosyalleşmekte zorlanıyor ve toplumdan kaçıyordu. Bu hastalıktan sonra ise, dış dünyada kendine yer edinebilmesi, imkansız görünüyordu. O yüzden, intihar düşüncesi; ilk başta, bir çözüm gibi geldi ama sonrasında, başka bir yolu seçti. İş planında; konserleri azaltacak ve toplumdan soyutlanarak, kendini; tamamen, eserlerini üretmeye adayacaktı. Bu hikaye, onun; sanat ve bilime karşı duyduğu derin inancı da gösteriyor. Beethoven; bu alanları, insanın uğraşabileceği en yüce işler olarak görüyordu.Hatta bir mektubunda, 10 yaşındaki bir kız çocuğuna; şu şekilde öğüt veriyordu:
“Bilim ve sanatla uğraş. Çünkü; bunlar, insanı tanrı katına yükseltir.”
İntiharın eşiğinden dönen ve sonrasında, kendisine tutunacak bir anlam bulan Beethoven; bu kırılma anını atlattıktan sonra, beste çalışmalarına yoğunlaşmak üzere, izole bir yaşam tarzı sürmeye başladı.
BİREYSEL ÖZGÜRLÜK VE DEVRİM
Sanat ve bilime olan inancından sonra, gelelim onun bireysel özgürlük ve devrimci ideallerine…Onun yaşadığı dönem, Napolyon’un; Avrupa’nın siyasi haritasını ve toplumsal yapısını kökten değiştireceği bir dönemdi. Başlangıçta, Beethoven; Napolyon’a karşı sempati duyuyordu. Çünkü onu da, kendisi gibi; bireysel özgürlüğe önem veren, devrimci ruha sahip biri olarak görüyordu. Bu sebepten dolayı, yazdığı 3. senfoniyi ona adamıştı. Beethoven’ın bu senfonisi, Napolyon ordularının 1803’te Viyana’ya girmesinden kısa bir süre sonra sahnelenmiş ve tabii ki, savaş durumundan dolayı; bomboş bir salon ile karşılaşılmıştı.Ancak bu durum, Beethoven için bir sorun değildi. Yaşadığı başarısızlıklar, onu; ideallerinden hiçbir zaman koparmamıştı. Fakat sonrasında, 1804 yılında, Napolyon’un kendisini imparator ilan etmesinden sonra, Beethoven; derin bir hayal kırıklığına uğradı. Bunu devrimci ideallerine karşı yapılan bir ihanet olarak gördü ve senfoninin el yazmasındaki “Napolyon” adını silerek, eserine; “Eroica” adını verdi.
Onun bireysel özgürlük ile ilgili bir diğer hikayesi olan; prens ile tartışmasına geçmeden önce, onun gelir durumundan bahsetmek gerek. O dönem Viyana’da gerçekleşen müzik faaliyetlerinin tarihte ayrı bir yeri var. Derler ki; tarihin başka hiçbir döneminde ve başka hiçbir şehrinde, o dönemde Viyana’da olduğu kadar; amatör ya da yarı profesyonel müzik faaliyeti; bu kadar kaliteli bir şekilde gerçekleşmemişti. Bu yüzden, modern zamandaki kadar olmasa da, Beethoven; eserlerini yayınevlerine satarak önemli miktarlarda para kazanıyordu. Bu telif gelirlerinin yanı sıra, konser ve özel derslerden de gelir elde ediyordu. Yani Beethoven da tıpkı Mozart gibi, resmi pozisyona gerek duymadan hayatını idame ettirebilecek bir maddi gelire sahipti. Bunların dışında, kendisini destekleyen soylular da vardı. Tartışma yaşadığı Prens Lichnowsky gibi soylular, ona ciddi bir bağışta bulunuyordu. Fakat, o; kendi kendine yetebildiği için, bu bağışları pek umursamıyor ve dolayısıyla, soylulara karşı dost canlısı bir görüntü vermek için çaba sarf etmiyordu. Ayrıca, işitme kaybı; halihazırda gergin olan karakterini iyice öfkeli yapıyor, bazı durumlarda da fazla alınganlık gösteriyordu.
Prens ile yaşadığı tartışmaya gelecek olursak…Prens Lichnowsky, ona yıllarca bağışta bulunmuş birisiydi. Beethoven’ı; Viyana’ya ilk geldiğinde, önemli isimler ile tanıştırmış; hatta, kendi malikanesinde, ona bir daire vermişti. Fakat, Beethoven için; sürekli iyi giyinmek ve sürekli insanlarla bir arada olmak rahatsız ediciydi. Büyük tartışmanın yaşandığı bir yardım konserinde, prens; Beethoven’dan, Fransız subaylar için bir şey çalmasını istedi. Fakat o sırada, subaylardan biri, herhalde Beethoven’ın tavrı ya da dış görüntüsüyle alay etmiş ya da küçük düşürücü bir imada bulunmuştu. Beethoven ise; bu sebepten dolayı, prensin ricasını reddedince, büyük bir tartışma koptu. Beethoven, odasına çekildi ve kapıyı kilitledi. Ama prens, kapıyı kırarak içeri girdi. Beethoven ise, eğer tartışmaya devam edecek olursa; elindeki sandalyeyi prense atmakla tehdit ediyordu.
Tabii ki; bir prensin ricasını geri çevirmek, çok alışılageldik bir durum değil. Fakat; dünyanın dönüştüğü yeni hal de, artık, prenslerin alışık olduğu durumdan çok uzaktı. Prens; belki, Beethoven’a yaptığı büyük bağışlardan ötürü; bu ricasının, böyle bir gecede, geri çevrilmesine içerlenmiş; bu tavrı, fazlasıyla aykırı bulmuştu Ama kendisi, her ne kadar bir prens olsa da; karşısında kavgaya tutuştuğu kişi; hali hazırda çok zor bir yaşam süren, buna rağmen kendi parasını kazanabilen, işitme zorluğu çeken, yalnız yaşayıp hiçbir zaman aile kuramayan ve hatta; intihara meyledecek kadar kötü bir psikolojisi olan birisiydi. Bütün bunlar göz önüne alındığında, eğer, geri adım atmasa, hikayenin sonunda, o sandalyeyi sadece prense atmakla kalmayabilirdi.
Tabii ki, bu hikayeden sonra, prens ile araları bozuldu. Beethoven, onun hediye ettiği büstü kırdı. Viyana’dan ayrılmayı bile düşündü. Fakat, Viyana; orta sınıfın demokratik coşkusu ile kaynayan bir şehirdi. Sanatın özgürlüğü çok çok mühimdi. Soylulardan bazıları ve yayınevleri; onun bu karardan dönmesi için, bir araya geldiler. Arşidük Rudolf, Prens Lobkowitz ve Prens Kinsky gibi isimler; ona, yeni bir gelir sağlamak için bir anlaşma önerdi. Bu anlaşmaya göre; aylık 4.000 birim tutarında bir gelir elde etmesi için yapması gereken tek şey, Viyana’da kalmak ve beste yapmaktı. Anlaşma, Beethoven’ın ölümüne kadar yürürlükte kaldı. Bu, Beethoven’ı; müzik tarihi içerisinde özel bir yere koyuyor:
“Sadece kendi isteğine göre ve istediği zamanda beste yapması için kendisine maaş bağlanan ilk müzisyen.”
MÜKEMMELİYETÇİLİK
Sağırlığının başlaması, boş salonlar, başarısız evlilik denemeleri, prens ile kavgası derken; Beethoven’ın orta yaşları, tam bir kabusa dönüştü. Durumunun ağırlığını; bir mektubunda, şu sözleriyle anlatıyor:
“Zavallıca bir yaşam sürüyorum. İki yıldan beri insanlardan kaçıyorum. Konuşulanları duyamıyorum. İnsanların kulağımın dibinde bağırması, gerçekten dayanılmaz.”
Beethoven, dönem dönem insanların arasına çıkmaya çalışsa da; çoğunlukla, kendisini toplumdan soyutlayarak, bütün enerjisini beste yapımına verdi. Zamanını Viyana yakınlarındaki ufak bir köyde geçiriyor ve uzun dağ yürüyüşleri yapıyordu. Bu yürüyüşler, onun hayatında çok önemli bir yere sahip. Müzikal fikirlerinin çoğunu bu yürüyüş esnasında bulup eskiz defterlerine geçiriyor ve sonrasında, onlar üzerinde yoğun bir çalışma yapıyordu.
Onun bu sıra dışı yeteneği, tüm bestecilerin sinirini bozar. Çünkü, kendisi; en basit melodileri bile devasa bir esere dönüştürebilen ender bir yeteneğe sahip. Bunu, eskiz defterlerine aldığı notların üzerinden tekrar tekrar geçerek; büyük bir sabırla ve büyük bir tutkuyla yapıyordu. Herkesçe bilinen 9. senfoninin, final bölümündeki melodiyi son haline getirene kadar pek çok varyasyon denemiş ve eserini, tam 8 yılda tamamlamıştı.
Şöyle ki, bir piyanist iken; doğaçlama yapmakta hiç zorlanmayan ve anında ürettiği melodileriyle herkesi mest eden Beethoven; iş bestelemeye gelince, tek bir nota için bile; değil saatlerini, aylarını, yıllarını harcıyordu. İncelenen eskiz defterlerinde, onun hayranlık uyandıran melodilerinin; başlangıçta, önemsiz ve dikkate değer olmayan motiflerden ürediği keşfedildi. Bazen aynı zamanda birkaç farklı beste üzerinde çalışan sanatçı, her bir eseri üzerinde özenle çalışmış ve eserlerini bitirmek için neredeyse hiç acele etmemişti. Bu durum, onun; eser bütünlüğüne, birliğine ne kadar önem verdiğini gösterir. Onun için; kompozisyon demek baştan aşağı birlikten oluşan bütünsel bir yapı demek. Bunu bozan her ayrıntıyı yapıtından çıkartıyor ve ince ince işleyerek, eserin; tek bir bütün olarak duyulmasını sağlıyordu. Bu, sadece büyük bir tutku değil; modern zamanın hastalık olarak tanımladığı, tehlikeli bir “mükemmele ulaşma çabası”. Defalarca aynı şeyin üzerinden geçmek. Ta ki, o eser; kendisine bütünlük hissi verene kadar. Az eser üretmesinin sebebi de, onun bu tavrıydı. Haydn’ın 100, Mozart’ın 50 senfonisi olmasına karşılık, Beethoven; yalnızca 9 senfoni yazmıştı.
SON SÖZLER
Beethoven’ın 32 yaşında başlayan işitme kaybı, yıllar geçtikçe daha da kötü duruma geldi ve hayatının son 10 yılını, tamamen sağır olarak geçirdi. Her ne kadar bu son dönemde ürettiği eser sayısı, önceki dönemlerine göre daha düşük olsa da; en dikkat çekici eserlerini, tamamen sağır olduğu bu son dönemde yaptı. Onun engeli, hayatının en büyük ilhamı olmuştu. Sağlık durumuna rağmen, 9. senfoninin ilk seslendirilişini yönetmek istedi. Artık onun tamamen sağır olduğunu ve hiçbir şey duyamadığını herkes biliyordu ama yine de, onun bu isteğini geri çevirmeyip, konser yönetimine katılmasına izin verdiler. Eser, o kadar çok sevilmişti ki; herkes, ayakta onu delice alkışlıyor ve övgüler yağdırıyordu. Fakat, Beethoven’ın bu durumdan haberi yoktu. Ancak müzisyenlerden biri onun elini tutup seyircilere döndürdüğünde başarısını anlayabildi.
Pek çok kişi, aynı şartlar altında, yani; onun bulanıma sürüklendiği dönemde, müzik tutkusundan vazgeçer; belki de, intihar seçeneğini tercih ederdi ama o öyle yapmadı. Duyma yetisini komple kaybetmesine rağmen, yoluna devam etti ve toplamda 256 eser üreterek; müzik tarihinin en büyük dehalarından biri oldu. 26 Mart 1827’de, Beethoven; siroz hastalığından dolayı hayatını kaybetti. 29 Mart’taki cenazesine ise, tam 20.000 kişi katıldı.Bu, o güne kadar eşi benzeri görülmemiş bir şeydi. Geçirdiği yapayalnız ve sessiz yaşama inat; son yolculuğuna, kalabalıklar eşlik etmişti.