Kalbinin bedeninden çıkartılarak doğduğu topraklara götürülmesini vasiyet eden Chopin; öylesine duyarlı ve naif bir karaktere sahipti ki; daha bebek sayılacak yaşta, annesinin piyano çalışında etkilenir ve tuhaf bir şekilde duygusallaşırdı. Böylesine hassas bir karakter, olabilecek en doğru zamanı seçip romantik dönemde dünyaya gelmişti.Ve sonrasında; delice sevdiği memleketi olan Polonya’dan uzak kalması, yakalandığı verem hastalığı ve yaşadığı toksik aşk hayatı, onu; romantiklerin en romantiği yapacaktı. Biz bu videoda; bu zarif giyimli, ve aşırı duyarlı bestecinin hayat hikayesini incelerken aynı zamanda; onun müziğine, şiirselliğine ve vatanına olan aşkına odaklanacağız.
MİZAÇ
Polonya’nın bir köyünde dünyaya gelen Chopin; annesini ve kız kardeşlerini, daha bebekken bile, müziğe karşı gösterdiği yüksek hassasiyet ile şaşırtıyordu. Çünkü, bir bebeğin müziğe bu denli tepki vermesi biraz tuhaftı. Daha doğrusu, alışılmadıktı. Müziği anlayabilecek bir bilince sahip olmamasına rağmen duygusallaşması, Chopin’in; müzik ile doğuştan gelen bir bağı olduğuna işaret ediyordu. Nitekim, büyüdükçe bu durum daha da belirginleşti. 4 yaşında, piyano eğitimine başlayan Chopin; kısa sürede, olağanüstü bir gelişim gösterdi. 8 yaşında ilk halka açık konserini veren dahi piyanist; bu konserde, bir piyano konçertosu çalarak herkesi şaşkına çevirmişti. O yıllarda, Varşova kentinde yayınlanmakta olan Edebiyat gazetesi, onun hakkında şu yorumu yapmıştı:
“Bizim de dahilerimiz var ama ne yazık ki duyurmasını bilmiyoruz…”
61 yaşındaki piyano öğretmeni Wojciech Żywny; 5 yıllık bir eğitimin ardından, artık ona öğreteceği bir şey kalmadığını söyledi. Chopin; zaten, kendi kendine uyguladığı yöntemler ile, eski geleneğe bağlı yaşıtlarını çok çabuk geride bırakmıştı. Daha sonra, Josef Józef Elsner’dan armoni ve kompozisyon dersleri almaya başlayan Chopin; 15 yaşına geldiğinde, ilk bestesini yayınlayacaktı. Onun Józef Elsner’dan Varşova konservatuvarında gördüğü eğitim; her ne kadar geleneksel olsa da, içinde romantik eğilim de barındırıyordu. Çünkü Elsner, bu derece bir dahinin; geleneğin katı kuralları ve talepleri doğrultusunda şekillenmesini istemiyordu. Chopin; zaten çocukluğundan itibaren piyano üzerinde kendine özgü bir hakimiyet oluşturmuştu ve bu iyi öğretmen ile beraber, bu özgün tarzını ve bireyselliğini iyice geliştirdi. Eğer salt gelenekçi bir eğitime maruz kalsaydı; bu, onun besteleme tarzına da yansıyacak ve ulusal renklerden, halk ezgilerinden kopacaktı. Neyse ki, kendi bireyselliğini oluşturmasına izin verildi ve daha küçük yaşlarda kulağına yer etmiş olan o ulusal renklerden, kendi müziğini oluşturdu. Olgun eserler vermeye başladığında, yaşı; sadece 18’di. Onun naif ve duyarlı mizacının yanı sıra, sanatında kullandığı bu özgün stil ve yenilikler, onu; romantizm akımının yükselişini temsil eden biri yapıyordu.
Chopin; 21 yaşında, henüz tanınmamış bir besteciydi. Varşova’da geçirdiği müzik hayatı canlı olmasına rağmen, daha geniş bir çevreye ulaşmak için, Paris’e yerleşti. Onun mizacı ile ilgili şu ayrıntı da çok garip: Chopin, bundan sonraki ömrünün kalanını Paris’te geçirecekti Ve uzun yıllar kaldığı bu yerde, büyük gruplar için konser vermekten kaçınıyordu. Genelde, ileri gelenlerin salonlarında, daha küçük gruplar için çalıyordu. Bunun nedenlerinden biri olarak, fazla mükemmeliyetçi olması söylenebilir Ama asıl neden, onun müziği daha kişisel ve daha samimi bir deneyim olarak algılamasıydı. İçe dönük ve sakin kişiliği; onu konser vermekten uzaklaştırmış, tüm zamanların en iyi piyanistlerinden biri olmasına rağmen, Paris’te geçirdiği 18 yılda, halka açık sadece 19 konser vermişti. Tabii ki onun bu durumu, onun sanat yolculuğundaki başarılarını engelleyemedi. Chopin; geldiği bu yeni şehirde, konser verme gereksinimi olmadan yaşamanın bir formülünü bulacaktı.
PARİS’TE YAŞAM
Paris, onun sanatının gelişeceği yerdi. Romantizm akımı; biraz gecikmeli de olsa, kendine yer edinecek; hatta daha sonrasında, tüm müzik dünyasını kasıp kavuracaktı. Chopin ise, işte tam bu romantizm seslerinin yükselmeye başladığı sırada Paris’e gelmiş ve bu dönemin şekillenmesinde önemli bir rol oynamıştı. Kısa sürede, sanatını kabul ettirdi.Kendisi gibi genç olan; Liszt, Berlioz, Bellini ve Mendelssohn gibi bestecilerle bağlar kurdu.Hayatının asıl işine, yani; bestecilik ve öğretmenliğe yöneldi. Bestelerinin basımı, onun ününü arttırmış ve buradan elde ettiği telif gelirleriyle, kendisine bir maddi kaynak oluşturmuştu. Rothschild ailesiyle tanışmak, ona; yepyeni fırsatlar sundu.Hem bu seçkin çevrede küçük gruplar için dinletiler vermesi, hem de bu çevreden öğrenciler bulması, gelir durumunu; bir düzene sokmuştu.Böylece; mizacı gereği nefret ettiği konser verme zorunluluğunu, ortadan kaldırmıştı. Bu, büyük konserlerden kaçınma ve seçkin bir sınıfın içinde bulunma durumu; bir ara, onun “oturma odası bestecisi” gibi birtakım çirkin yakıştırılmalara maruz kalmasına sebep oldu. Fakat bu; onun içtenliğini, müziğinin derinliğini ve mizacını anlamaktan çok uzak olanların söylediği önemsiz bir karalamadan ibaret.
Maddi durumu çözen Chopin’in hayatının sekteye uğraması, sağlık durumunun kötüleşmesiyle oldu. Aslında, belirtiler hep vardı.Fakat bu belirtiler, 30’lu yaşlarına doğru, iyice arttı. Chopin; tüberküloz, yani, verem hastasıydı.Sevgilisi George Sand; belki Chopin’e iyi gelir umuduyla, onu; temiz hava alması için, Mallorca Adası’na götürdü.Konaklamak için ufak bir yer kiraladılar. Fakat bu adanın rutubetli havası, Chopin’in durumunu daha da kötüleştirdi. Bu adada iken yazdığı bir mektupta, hastalığının son durumunu; şu şekilde açıklıyor:
“Başımda 3 hekim toplanıp, konuşup hastalığımı tartışıyorlar. Bu doktorların ilk ikisine göre, yakında öleceğim. Üçüncüsüne göre ise çoktan ölmüşüm.”
Tabii ki her büyük sanatçıda görüldüğü gibi, hayatın içerisindeki bu tip problemler; onların yaratıcılığını bastıramayıp, aksine; bir şeyler üretmek için onları daha da zorlayan birer itici güç haline dönüşmüştür. Her ne kadar, kötüleşmekte olan sağlığı onu yavaşlatsa da; herkesin severek dinlediği, Romantik Dönem’in en önemli eserleri arasında sayılan prelütler, Onun bu zamanda ortaya koyduğu eserlerdir.Liszt’in de bu eserler hakkında söylediği gibi:
“Bir çırpıda yazıldığı belli olan bu parçalar, dehanın çevik ürünleridir.”
Durumu gittikçe kötüleşen ve hastalığının gizlenmesi imkansız hale gelen Chopen’in verem olduğu yönündeki dedikodular; çevrede, rahatsızlık uyandırdı Ve onları, kiraladıkları yerden çıkmak durumunda bıraktı. Neyse ki, Marsilya’da iyi bir doktor buldular ve Chopin; bu başarılı doktorun tedavisiyle, Paris’e dönebilecek kadar iyileşti. Paris’e döndükten sonra; Nohant’ta, merkeze yaklaşık 290 km uzaklıkta, bir kır evine yerleştiler. Bu dönem, Chopin’in en mutlu dönemi olacaktı. Ustalık eserlerini burada üretti, fakat; işin sonunda, sağlığı tekrar bozulmaya başladı. Sevgilisi Sand ile aralarında anlaşmazlıklar vardı ve en sonunda, çözülemeyecek bir noktaya ulaştı. Her şeyin başa sardığını düşünen Sand; 9 yıllık ilişkisine son verme kararı aldı ve çok acı bir mektup ile, ondan ayrılarak kendine yeni bir yol çizdi. Chopin ise; bu ayrılıktan sonra, tekrar tekrar bozulan sağlığı ile mücadelesinden vazgeçmiş gibi görünüyor.
“Elveda dostum. Umarım yakında tüm dertlerinden kurtulursun. Eğer iyileşirsen bu 9 yıl boyunca ikimizi de tüketmiş olan bu ilişkinin sonu iyi bittiği için Tanrıya şükredeceğim. Zaman zaman bana haber ver. Aynı şeylerin tekrar yaşanacağını düşünmek, boşuna…”
MÜZİĞİ VE VATAN HASRETİ
Chopin; 39 yıllık kısa ömrünü, hastalıkla mücadele ile geçirdi Ve bu zorlu hayat yolculuğunda, tüm yapıtlarını; sadece piyano için yazdı.Tek enstrüman kullanmasına rağmen, onun müziğindeki ifade yelpazesi; gerçekten çok geniş. Her duyguyu, sevinci, hüznü, umudu, hayal kırıklığını; en sade şekliyle anlatıyor ve söze ihtiyaç duymadan konuşabiliyordu Ve tüm bunları; olabildiğince sakin bir tavırla, yüksek sese ihtiyaç duymadan, sadece piyano tuşlarıyla gerçekleştiriyordu. Yapıtlarında yalnızca bir enstrüman kullanmasından dolayı onun yeteneğini küçümsemeye çalışmak, bence son derece anlamsız. Aksine; onun bu durumu, tek bir renk ile ne kadar farklı şeylerin anlatılabileceğini gösterdiği için; eleştirilmekten daha çok, takdir edilesi bir durum.
Ayrıca, herkesin bildiği Do diyez minör Nocturne’ü bestelediğinde, Chopin; sadece 25 yaşındaydı. Bu kadar genç yaşta bu kadar olgun bir eser vermek, sadece normal bir yeteneğin değil; ismini sıkça duyduğumuz onca büyük bestecinin bile erişemediği bir konum. Ayrıca kompozisyon yeteneğinin yanı sıra, onun piyanistliği ve öğretmenliği de tartışılmaz. Piyano üzerindeki hakimiyeti o kadar yüksekti ki; yazdığı etütlerin teknik seviyesi, aşılması neredeyse imkansız bir yerde. Ayrıca, bu etütler; romantik dönemde oluşan yeni çalım zorluklarını gidermek için yazıldı. Normal şartlarda bu teknik çalışmalar, müzikalite içermez.F akat; Chopin’in bu eserlerinde, melodiler; öyle bir işlenmiştir ki; onun şiirselliği, yazdığı bu teknik çalışmalarda da karşımıza çıkar.
Sonuç olarak, o; herkesin kabul ettiği bir şair. Büyük bir şair… Müzik şairi…Polonya’nın geleneksel şarkı ve danslarından esinlenerek oluşturduğu müzik; onun kalbinden gelen en saf duyguları, şiirsel ifadeler ile aktarıyor. Diğer taraftan, Chopin’in; eserlerinde bu kadar çok halk ögelerine yer vermesi; bestecilerin, anonim ezgilere nasıl yaklaşması gerektiği konusunda yeni bir bakış açısı da kazandırdı. Çünkü, Chopin; bu ezgileri tek başına, olduğu gibi aktarmamış; bu kültürel mirası; uzun süre kendi yaratıcı serüvenine, özgün tarzına tabi tutarak son haline kavuşturmuştur. Eserleri üzerinde ne kadar çok çalıştığını, George Sand’ın şu ifadesinden anlıyoruz:
“Ağlayarak, gezinerek, kalemlerini kırarak, bir ölçüyü 100 kere değiştirerek ve bir o kadar da yazıp çizerek…Sabahtan akşama kadar! Günlerce… kendisini odasına hapseder ve ertesi gün yeniden işe başlardı.”
Ne yazık ki, Chopin; 1830 yılında, Polonya’dan ayrıldıktan sonra, bir daha ülkesine dönemedi. Rus işgali, ailesinin cenaze törenine bile katılmasına izin vermedi. Fakat, ülkesinin bu süreçte yaşadığı acı ve zaferler; onun en büyük ilham kaynağı oldu. Eserlerinde kullandığı halk ezgilerinin; onu, daha içten ve samimi yaptığına dair, hiç kimsenin şüphesi yok.F akat, bu; romantiklerin en romantiği olan Chopin’in üzerinde, manevi bir yük oluşturmuş gibi duruyor. Besteci; halkına, doğduğu topraklara karşı kendini borçlu hissediyordu ki; müziği ile Polonya’ya destek olabileceği her fırsatı değerlendirdi. Ölümünden 11 ay önce, artık hasta yatağından zor kalktığı bir dönemde, Polonyalı mülteciler için düzenlenen bir yardım konserinde sahne aldı. Konser vermek, onun hiç hoşlanmadığı bir şey olmasına rağmen; hastalığın, onu iyice güçten düşürmesine rağmen; bu fedakarlığı göstermekten geri kalmadı.
Chopin; 17 Ekim 1849’da, bu dünyadan göçtü Ve arkasında, şaşırtıcı bir vasiyet bıraktı: Kalbinin, bedeninden sökülerek, Polonya’ya; doğduğu topraklara götürülmesini istiyordu. Onun bu tuhaf isteği, bir şeyi açıklığa kavuşturuyor: Melodilerinin geldiği yeri. Chopin; kendisine büyük bir başarı kazandıran bu şeyin, kalbindeki özlem olduğunu düşünüyordu. Ve bedeninin olmasa da, kalbinin; tekrar, doğduğu topraklara ulaşmasını arzuluyordu. Kardeşi Ludwika; ölümünden sonra, onun bu isteğini yerine getirerek, kalbini; bir konyak şişesi içerisinde, Varşova’ya götürdü. Bugün ise, bu kalp; Chopin’in yurtseverliğinin bir nişanesi olarak, Kutsal Haç Kilisesi’nin sütunlarından birinde duruyor.