Genç Müzisyenlere Öğütler | Robert Schumann

Elbette benden değil. Bu öğütleri romantik dönem bestecisi Robert Schumann’dan
dinleyeceksiniz. Kendisi; sadece bir besteci değil, aynı zamanda bir müzik eleştirmeniydi. Birkaç arkadaşı ile beraber kurmuş olduğu müzik dergisinde, pek çok yazı kaleme almıştı. “Genç Müzisyenlere Öğütler” listesi dışında, bu dergide; Chopin, Brahms ve Schubert gibi isimlere de yer vererek onlara destek olmuştu. Ben, Schumann’ın bu listesini dönem dönem tekrar okurum. Bence, içinde gerçekten ilgi çekici ve yararlı tavsiyeler var. Benim bu videoda yapacağım şey ise bu uzun liste içerisinden seçtiğim 10 öğüdü, kendi görüşlerim ile beraber sizlerle paylaşmak. Tabii ki, bunu yapmadan önce Schumann’ı daha iyi anlamak adına, onun hayatına ve döneminin öne çıkan özelliklerine kısa bir göz atacağız.

Schumann’ın bir dergi kurucusu olma yönü; aslında, babasından geliyor. Babası, bir kitabevi sahibiydi ve bundan dolayı; Schumann da edebiyat ile yakından ilgiliydi. Kendisi, her ne kadar müzik alanında ilerlemek istese de, babası; onun, hukuk eğitimi almasını istiyordu. Gönülsüzce de olsa, Leipzig Üniversitesi’nde, hukuk eğitimi görmeye başladı. Fakat burada, hukuk derslerinden daha çok; piyano ve kompozisyon üzerine çalıştı. Onun zamanında, usta çalgıcılar çok revaçtaydı. Ve Schumann da piyanodaki tekniğini geliştirmek istiyordu. Enstrüman üzerinde hız kazanmak için, parmaklarını güçlendirecek bir mekanizma tasarladı. Fakat yaşadığı talihsiz bir kaza sonucu, parmağını sakatlayarak, enstrüman çalamaz hale geldi. Virtüöz olma hayalleri suya düşen Schumann; bu olaydan sonra, tamamen besteleme yöneldi. Ve yazdığı solo piyanolar, liedler, oda müzikleri ve senfonileri ile; Alman romantizminin en büyük bestecisi oldu.

Dönemine gelecek olursak…

Romantik Dönem; her zaman söylediğim gibi, bir “yenilikler çağı”. Modern Zaman’a dair bildiğimiz ne kadar absürtlük varsa hepsi, varlığını bu dönemdeki yeni denemelere borçlu. Çünkü artık, bir kiliseye veya saraya bağlı olmayan müzisyenler; daha özgür hissetmeye başladılar. Bu özgürleşmenin sonucunda, pek çok farklı ses yükseldi ve var olan piyasalar genişledi. Hatta, yeni piyasalar oluştu. Bir yere bağlı olmayınca kendisine bir gelir kaynağı oluşturmak zorunda kalan müzisyenler; konser ya da telif gelirleri gibi, birtakım ticari kaygıların peşine düştüler. İşin sonucunda, her ne kadar sanatına önem veren bir kesim hep var olsa da; satış yapmak adına, estetik kaygıdan çokça ödün veren bir kesim de doğmuş oldu. İşte Schumann; tam da bu duruma bir karşı tepki vermek için, “Davut Derneği”ni kurdu. Amaç çok basitti. Müziğe karşı aslında bir duyarlılığa sahip olmayan kişilerin; satış kaygısı ile, sanatı sıradanlaştırıp piyasa standartlarına indirgemesini engellemeye çalışmaktı. Ya da en azından, bu duruma karşı bir tepki göstermekti. Derneğin onur üyeleri arasında; Chopin, Paganini gibi; dönemin seçkin müzisyenleri de vardı. İşte, öğütlerini dinleyeceğiniz insanın müziğe karşı tutumu.

Onun besteciliğinin yanı sıra, eleştirel ve felsefi görüşleri ve gençlere verdiği destekler ile; ne kadar önemli bir figür olduğunu belirten bu girizgahtan sonra, gelelim onun öğütlerine…

“Kulak eğitimi çok önemli. Bu yüzden, notaları ve gamları iyi tanı. Bir kilise çanının, pencere camının ve kuş cıvıltılarının verdiği sesi bulmaya çalış.”

Elbette, kulağa kötü bir müzisyen, hayal edilemez. Bu yüzden; müzik yolunda, özellikle yolun en başında; bu yetinizi geliştirebilecek egzersizlere, müzik ile ilgili yaptığınız diğer çalışmalardan daha fazla önem göstermelisiniz. Burada, geleneksel kulak eğitimin yanı sıra, Schumann; etrafınızda duyduğunuz sesleri de tanımanız gerektiğini söylüyor. Tabii ki, eğer mutlak kulak değilseniz ya da henüz işin başındaysanız; bu, belli bir derecede sıkıcı gelebilir. Ama, pratik yaptıkça gelişebileceğiz bir alan. Ufak bir öneri olarak; bu işi için akıllı telefonunuzdan yardım alabileceğinizi hatırlatmak isterim. Sadece bir oktava sahip piyano aplikasyonu bile, dilediğiniz her yerde pratik yapmanıza olanak sağlayacaktır.

“Gamları ve diğer teknik çalışmaları sık sık hatırla. Ancak, bunların büyük sonuçlar vereceğini umma. Çünkü, her gün mekanik işleri tekrarlayıp bir gelişim beklemek; her gün alfabeyi tekrarlayıp daha iyi okumayı beklemeye benzer.”

Gamlar, akorlar, arpejler… Elbette ki çok önemli. Ama bazı müzisyenler, maalesef ki, bunlara gereğinden fazla önem veriyor. Her gün ısınma pratiklerinin arasına koyduğumuz bu çalışmalar, her ne kadar teknik açıdan çok önemli olsalar da; nihayetinde, mekanikler. Müzikal ifadeden uzaklar. Bunların tümünü; gamları, arpejleri, akorları; olabilecek en kısa sürede ezberlemeli, sık sık tekrar etmeli; ama bu mekanik çalışmalar, odak noktamız haline gelmemeli. Schumann; burada, sanatsal ifadenin teknikten ibaret olmadığını hatırlatarak; müzikaliteyi arttırmak için, bunların haricinde daha farklı çalışmalar yapmamız gerektiğini vurguluyor.

“Kolay eserleri güzel bir şekilde çalmaya gayret et. Bu, güç bir eseri kötü çalmaktan daha iyidir.”

Herhalde, bu hatayı yapmayan genç müzisyen yoktur. Düşünme biçimi genelde şu şekilde: Bu zor parçaları bir çalayım, sonra kolayları zaten çalarım. Ama gerçek şu ki; bu, hiçbir zaman gerçekleşmez. Çünkü; icra yeteneği, seviye seviye ilerler. Eğer bir parça sizin teknik kapasitenizin üstünde ise o parçayı çalmamalı; çalmanızı isteyen hocadan da uzak durmalısınız. Bir eseri çalmak, sadece; o eseri çalmak değildir çünkü. Parça içerisinde kullanılan bütün teknikleri, daha öncesinde iyice çalışmış ve müzikal ifadeyi de içselleştirmiş olmanız gerekiyor. Bu yüzden, zor parçalar üzerinde debelenmektense; “Kolay eserleri nasıl daha iyi çalarım?” sorusuna odaklanmak daha mantıklı gibi duruyor.

“Çalışmalarınızdan sonra kendinizi yorgun hissediyorsanız fazla zorlamayın. Dinlenmek, verimsiz bir çalışmadan daha iyidir.”

Müzik çalışmak çok yorucu bir süreç. Her gün; kulak, teknik, parça, armoni çalıştıktan bir süre sonra; beyniniz hata vermeye başlar. Her ne kadar pratik yapmak için kendinizi zorlasanız da beyniniz buna izin vermez. Bunun farkındalığı, herhalde, her müzisyende vardır. Ama bunun yanında; biz müzisyenler, bir de iç çatışma yaşarız. Çalışmadığımız gün ve saatleri kafaya takıp; bunlar üzerinden, kendimize acımasızca eleştirilerde bulunuruz. Bu yüzden, Schumann’ın bu öğüdüne çok dikkat etmek gerekiyor. Bazen dinlenmek, çalışmaktan daha iyidir.

“Kötü eserleri çalmayın ve mecbur kalmadıkça dinlemeyin.”

Herhalde; günümüzde, bunu yapabilmek çok zor. Hatta, imkansız. Belki kötü eserleri çalmayabilirsiniz. Fakat; arabada, alışveriş merkezinde, restoranda, asansörde bile müziğe maruz kaldığımız bir dönemde yaşıyoruz. Ve gün içerisinde dinlemeye mecbur bırakıldığımız müzik; genellikle, kötü müzik oluyor. O halde, bundan kaçış yolu yok. O zaman, bu tavsiyeyi; günümüzde, tersine çevirip algılamak lazım. Biliyorum, çoğu müzisyen için, müzik dinlemek; çok zor bir şey. Çünkü; çalışmanın vermiş olduğu yorgunluk, bizi bundan alıkoyuyor. Ama bence, kesinlikle; iyi müzik dinlemek veya keşfetmek için kendimize vakit ayırmamız gerekiyor. Aksi takdirde; dinlediğimiz tek müzik, maruz kaldığımız kötü örneklerden ibaret oluyor.

“Kalabalığın alkışlarıyla coşmayın. Eğer bir sanatçı sizi alkışlıyorsa, asıl değerli olan budur.”

Bu, biraz daha göz önünde bulunan müzisyenler için geçerli. Ben; müzik yapmak için, müzikten para kazanmak için, illa; profesyonel olunması gerektiğini düşünmüyorum. Amatörler de pekala bu işin içerisinde olabilir ve kimi dinleyici, bunu daha samimi bulabilir. Ama eğer, özellikle; amatör ya da başlangıç
düzeyinde bir müzisyenseniz, seyirci ile olan ilişkinize çok dikkat etmeniz gerekiyor. Çünkü, seyirci; performans her ne kadar teknik ve müzikal açıdan problemli olsa da; alkışlarla, müzisyenleri havaya sokabiliyor. Pazarlama taktikleriyle, bir kişi; birden, hak etmediği bir konuma gelebiliyor. Hele ki günümüzde, bu durum çok vahim. İnternette izlediğim pek çok video; başlangıç düzeyinde olan müzisyenlerin, çok yüksek egolara sahip olduğunu gösteriyor. Evet, seyirciler; belki, insana motivasyon sağlayabilir ama işin sonunda herkes kendi seviyesini bilmeli. Eğer; havaya girip öz farkındalığınızı yitirirseniz, bu; gelişiminizi durduracaktır. Bu yüzden, Schumann; ancak işin ehlinden gelen eleştirileri dikkate almanızı söylüyor.

“Müzik tarihini inceleyerek ve başyapıtları dinleyerek, ego ve kibirden; kolay bir şekilde kurtulabilirsiniz.”

İşte, çok az müzisyenin yaptığı o önemli iş: Müzik tarihini incelemek. Herkes, alkışlar veya maddi başarılardan dolayı; kolay bir şekilde ego ve kibre kapılabilir. Sanat dünyası, zaten; ego ve kibirden oluşan bir yapı. O yüzden, bu rüzgara kapılmamak çok zor. Ama; sadece tek bir tane büyük ismin bile neler yaptığını okumak, eserlerini derinlemesine incelemek; hem kendinize, hem yaşadığınız çağa, hem de sanat ilgili düşüncelerinize bambaşka bir perspektif katar. Tarihte ne kadar büyük zeka ve yeteneklerin yaşadığını bilmek, kendi seviyenizi hatırlattığından dolayı; ilk başta biraz moralinizi bozsa da, işin sonunda; size ilham olarak, mesleğinize daha çok sarılmanızı sağlar. Çünkü, her çağda; birbirinden farklı yeteneklerde, ulaşılması zor bir seviyeye çıkmış nice müzisyen var.

“Milli marşlara, halk şarkılarına önem verin. Onlar; en güzel melodilere sahip, geniş bir katalogdur. Ve içinde, ulusların karakterine dair bilgiler taşır.”

Halk müziğini küçük gören bir anlayış var. Bunu, bizim gibi ülkelerde hissetmek daha kolay. Bizim ülkemizde bu; biraz da, Batı ve Doğu savaşının bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Fakat, şu bir gerçek ki; halk ezgileri, bütün ezgilerin kaynağıdır. Bu kaynak, tarihte bildiğimiz bütün sanat akımlarından daha önce de vardı. Bugün yüksek sanat olarak tanımladığımız o eserlerin hepsi; ilk başta, bu halk ezgilerinden yola çıktı. Bu sebepten dolayı; bir bestecinin yapabileceği en mantıklı iş, bu melodi kaynaklarının peşine düşmek. Yani, kültür farklılıklarından yararlanarak kendi ifade yelpazesini genişletmek. Chopin, Debussy, Erik Satie, Stravinsky ve nice büyük bestecinin de yaptığı şey buydu. Kim ne derse desin, anonim ezgiler; hala, duyabileceğiniz en güzel ezgilerdir.

“Besteleri değerlendirirken; gerçek sanat eserleriyle, amatörleri eğlendirmek amacıyla hazırlanmış eserler arasında ayrım yapmalısınız. Bunlardan ilkine değer vermeli, ikincisine karşı ise öfke göstermemelisiniz.”

Evet, bu ayrım; gerçekten kabul edilmesi gereken bir şey. Herkes; sanat ile ilgilenmek, onunla bir bağ kurmak zorunda değil. Kimileri; daha yüzeysel bir şekilde, onu sadece bir eğlence aracı olarak görebilir. Hatta; daha da kötüsü, müzik ile ilişkisini ticari kaygı üzerine kurmuş olabilir. Bu yüzden; kıyas yapmak için bu iki farklı bakış açısını bir araya getirmek, bence çok anlamsız. Hem hedef kitlesi, hem işlevi, hem de hikayesi tamamıyla farklı iki ayrı dünya bunlar. Gerçek bir sanatçı; genellikle, sığ olana sırtını döner, küçümser ve ondan uzak durmaya çalışır. Schumann; burada, çok güzel bir perspektif sunuyor. Bir sanatçı olarak; bu iki zıt kutubun ayrımını yapmamız gerektiğini, fakat; ikincisine öfke göstermenin de son derece gereksiz olduğunu vurguluyor. Ben de; bu öğüdü okuyana kadar, bu ayrımı yapma konusunda çok beceriksizdim. Ama sonradan; herkesin kendi yolu olduğunu ve bu dünyada kabul etmemiz gereken bazı gerçeklerin olduğunu fark etmeye başladım.

“Bütün moda haline gelmiş şeyler, o modanın değişmesiyle ortadan kalkar. Onları kullanmakta ihtiyarlığına kadar devam edersen dar fikirli olursun ve kimsenin önemsemediği biri haline gelirsin.”

Popüler kültür; her zaman, gençleri hedef alır. Ve her yeni jenerasyon için, yeni bir moda akımı yaratılır. Bu yüzden, bir sanatçı; ömrü boyunca, pek çok farklı tarza maruz kalır. Her ne kadar, özendiğimiz ve önem verdiğimiz şey; kalıcı eserler üretmek olsa da, yüksek sanat olsa da içinde doğmuş olduğumuz zamanın modasından istesek de uzak duramayız. Çünkü bizler de, varlık sahnesinde; o zamanın, o çağın bir parçası olarak varız. Zaten, gerçek sanatçıların asıl amacı; bu modaları, popüler akımları aşarak; zamana karşı ayakta durabilen bir estetik değer oluşturmaktır. Schumann; yine, bu güzel öğüdü ile; her ne kadar; gençken, moda akımlarını kullansak da; zaman geçtikçe, artık bu yolları bırakmamız gerektiğini söylüyor. Çünkü; bu işin sonu, sanatçıyı dar fikirli ve moda dışında hiçbir şeyi düşünemeyen edilgen bir konuma düşürüyor.

Sonuç olarak, Robert Schumann’ın bu öğütleri; hem icra, hem beste, hem de felsefi alan ile alakalı; çok önemli, çok değerli şeyler barındırıyor. Alman bestecinin bu öğütleri; müziğin sadece teknik bir beceri olmadığını, aynı zamanda duygusal ve entelektüel bir ifade biçimi olduğunu hatırlattığı için; benim açımdan, çok değerli. Ayrıca, sanat içindeki eserleri değer bakımından ayırması ve bu alanda gelişen olaylara farklı bir bakış açısı sağlaması da; müzik dünyasında olup bitenler hakkında daha gerçekçi yorumlar yapmamızı sağlıyor. Zamanında benim çok faydalandığım bu liste; umarım, sizin de müzik yolculuğunuza katkı sağlar ve sizler için önemli bir kaynak olur.

Bugünlük benden bu kadar. Bir sonraki videoda görüşmek dileğiyle. Sevgiler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir