İlk Süperstar: “Franz Liszt”

Tarihteki ilk süperstarın bir piyanist olduğunu biliyor muydunuz?

“Franz Liszt.”

Virtüözlüğü onu öylesine bir üne kavuşturmuş ki; konserlerine gelen insanlar kendilerini onun ayaklarına atıyor, kırılan piyano telleri ya da söndürdüğü sigara izmaritleri için birbirleriyle kavga ediyordu.

İşte; onu izleyen bir eleştirmenin, Liszt’in performansı hakkındaki yorumu:

“Konserin sonunda, savaştan galip çıkmış bir kahraman gibiydi. Yanı başında bir piyano ve onun kırılmış telleri vardı. Dinleyiciler, vurulmuşa dönmüşlerdi. Ve Liszt; başını öne eğmiş, garip bir şekilde gülümsüyordu.”

Ama tabii, onu sadece bu yönüyle anmak; kendisine yapacağımız büyük bir haksızlık olur. Çünkü o; hayatının bir bölümünde, konser kariyerine son verip bestelerine yönelecek ve armoni dünyasında radikal değişikliklere sebep olacaktı. Hatta, Modern Zaman’ın kapısını aralayacaktı.

Ve yine karşımızda olağan dışı yetenekler gösteren bir çocuk var. Henüz 8 yaşında beste yapmaya başlayan ve 9 yaşındaki ilk konserinde herkesi şaşkına çeviren, Franz Liszt. Onu izleyen seyirciler o kadar etkilenmişti ki; bir sonraki konserinde, birkaç Macar soylusu; Liszt’in eğitimini üstlenmek istemişti. Maddi kaynak fırsatından hemen yararlanan babası; onu, eğitim alması için, Viyana’ya götürdü. Burada, tüm zamanların en iyi piyano öğretmenlerinden biri olan Czerny’den ders almaya başladı. Ve kompozisyon konusunda da Viyana’daki müzik yönetmeni Salieri ile çalıştı.

Kısa sürede çok ciddi ilerleme kaydedince, Viyana’daki bazı kişiler; bu yeteneğin daha iyi değerlendirilmesi için, Paris konservatuvarına gitmesi yönünde teşvikte bulundu. Ama maalesef, bu istek gerçekleşemedi. Yabancı olduğu gerekçesiyle, Paris konservatuvarına kabul görmemişti. Daha sonra, 12 yaşında, ailesi ile beraber Paris’e taşınan Liszt; burada, başarılı konser hayatına devam etti. Bu şehirdeki ilk sahneye çıkışı, sansasyoneldi. Daha çocuk sayılacak yaşta, Avrupa’da ismini duyurmuştu. 14 yaşında bir opera yazdı ve bu opera; beş kez sahnelendi.

Fakat bu başarılı sürecin tam ortasında, Liszt’in ruhsal sağlığı bozulmaya başladı.

Babası bir tarikat üyesi olmasından dolayı, Liszt; çocukluğundan itibaren, din ile iç içe bir şekilde büyümüştü. Böyle bir çocukluk dönemi, onun dindar birine dönüşmesine sebep oldu. Mesleğini, hayatını, din ile ilgili düşüncelerini tam olarak bağdaştıramayan 16 yaşındaki Liszt; rahip olma arzusunu babasına söyledi. Çocuğunun ruhsal yorgunluğunun farkında olan baba; onu, Boulogne şehrine götürdü. Buradaki amaç, deniz banyosu denilen bir yöntem ile çocuğunun stresini azaltmak ve onu sağlığına kavuşturmaktı.

Fakat bu seyahat sırasında babası öldü.

Yani, Liszt; tam ruhsal sağlığını kaybettiği sırada ve tam tedavi için harekete geçtikleri esnada, yaşamın tüm problemleriyle karşı karşıya kaldı. Piyano öğretmenliği ve konser turnelerine; istemeden de, olsa devam etti. Hayatını bir şekilde kazanmak zorundaydı. Fakat 17 yaşına geldiğinde, bu sefer, kendini daha da kötü hissettirecek bir hikayenin ortasında buldu. Liszt; öğrencilerinden birine aşık olmuştu.

Fakat kızın babası bu ilişkiye izin vermedi. Bu olaydan sonra yine düşüncelerini kontrol etmekte zorlanan Liszt; sağlığını bu sefer öyle bir kaybetti ki, ortalıklarda onu uzun süre gören tek bir kişi bile olmadı. Öldüğüne dair resmi gazetede haber çıktı. Bir yıl boyunca, piyanosuna dokunmadı. Ve bu süre boyunca, virtüözlük kariyerine dönmeyi hiç düşünmedi. Rahip olma konusunda direniyordu. Neyse ki, annesinin çabaları buna engel oldu. Ama yaşadığı dinsel çatışma, onun yaşam enerjisini yiyip bitiriyordu.

Liszt’in içinde bulunduğu bu durum, onun; çocukluk dönemindeki eğitim eksikliğinden kaynaklanıyordu.

Nasıl oldu bilinmez, ama uzun araştırmalar ve okumalar sonucu, ruhsal sağlığını iyileştirdi. Chopin, Berlioz gibi besteciler ile; tanıştı. Victor Hugo ve Heinrich Heine gibi, dönemin diğer önde gelen sanatçıları ile temas kurdu ve hatta; Saint Simon adında sosyalist bir düşünür ile yakın bağlar geliştirdi.

Ama asıl değişiklik; 20 yaşında, Paganini’yi sahnede izledikten sonra oldu.

Liszt; piyano ve sahnelere öyle bir geri dönecekti ki, kendi çağına damga vuracak; hatta, Modern Zaman’a göz kırpacaktı. Paganini’yi sahnede izledikten sonra, Liszt’in aklında tek bir şey vardı; onun kemandaki ustalığını, piyanoda yakalamak.

Diğer çalışmalarına hemen ara verdi. Kendine, yoğun bir çalışma programı hazırladı ve tam 3 yıl boyunca; bu katı programa sadık kaldı. Sahneye döndüğünde, teknik becerisi inanılmazdı. Ve bu teknik beceriye sahne şovu da eklenince; ismi, çok hızlı bir şekilde, her yere yayılmaya başladı. Onun piyano üzerindeki hakimiyeti hakkında söylenmiş o kadar çok şey var ki; gerçekten, onu izleyen insanların o güne kadar görülmemiş bir seviye ile karşılaştıkları bir gerçek.

Örneğin; kendisi de bir konser piyanisti olan Clara Schumann; eşine yazdığı bir mektupta, onunla ilgili şunları söylüyor:

“Liszt’i gördüğümden beri, kendimi acemi gibi hissediyorum. Belki cesaretim tekrar gelir. Umarım bu, sadece sık sık yaşadığım geçici bir melankoli halidir. Bu kadar memnuniyetsiz olmanın doğru olmadığını biliyorum ama elimde değil… Beni neşelendiren tek düşünce; daha sonra amatör bir piyanist olarak yaşamak, birkaç ders vermek ve artık topluluk önünde çalmamak.”

Düşünün ki, Liszt; bir profesyonel konser piyanistinin bile amatör olduğunu hissettiriyor.

Tabii ki, Liszt’in gerçekleştirmiş olduğu bu teknik sıçrayış; onun ününün her yere yayılmasını sağladı. Önündeki 8 yıl boyunca, tüm Avrupa’yı gezdi. Hatta; Padişah Abdülmecid’in daveti üzerine, İstanbul’a da geldi. Gittiği her yerde, büyük hayranlık ve sevgiyle karşılandı. Hediyelere boğuldu. Virtüözlük kariyerinin zirve yaptığı zamanlarda, Liszt’in; pek çok metresi oldu. Kadınlar; konserlerde onun ayaklarına kapanıyor, mendillerini fırlatıyor; ve kırılan piyano telleri, yere düşen puro izmaritleri için kavga ediyorlardı. Liszt; bu yönüyle, bilindik manada, ilk süperstar. Hayran olunan bir karakter.

Tabii ki, bu görkemli yaşam ve uçarı konser stili; sanatta derinlik ve ciddi bir yaklaşım arayan kişilerce hoş karşılanmadı. Çokça eleştiri aldı. Leipzig’de bir konserden sonra, yazdığı eleştirel yazıda, Schumann; onun hakkında şunları söylüyor:

“Liszt, Viyana’dan kötü alışkanlıklar ile geldi. Sürekli olarak; kontes, prenses ve güzel kadın olmadığından yakınıp durdu. Ona; dikkatli olması gerektiğini, güçlü bir aristokrasiye sahip olduğumuzu, bu aristokrasinin; 150 kitabevi, 50 basımevi, ve 20 müzik gazetesi ve dergisinden oluştuğunu söyledim. O ise, güldü. Sanıyorum; basınımızda çıkan hakkındaki ağır yazıları gördükten sonra, ne demek istediğimi anlamıştır.”

Yaşadığı dini dönemin ardından bambaşka bir hayata geçiş yapan Liszt’in hikayesi; burada da bitmiyor. Büyük bir üne sahip, ülkeden ülkeye seyahat eden süperstar; 36 yaşına geldiğinde, bir sebepten ötürü; bu görkemli konser hayatından vazgeçme kararı aldı.

Liszt; aslında, virtüözlük kariyerine devam ederken de beste yapıyordu ama konserlerinin popülerliğinden dolayı; ünü, bir piyanist olarak yayılmıştı ve besteci yönü; gölgede kalıyordu. Halbuki o; henüz 22 yaşında, Berlioz’ün “Fantastik Senfoni”sini piyanoya uyarlayarak çok zor bir şeyi başarmıştı. Bu, çok ama çok zor bir işti. Çünkü, tek bir enstrüman ile; bütün orkestra etkisini ve renklerini yansıtmaya çalışmak, pek çok kişi için, imkansızı denemek gibi bir şeydi. Ama o, bunu başardı.

Bunun haricinde; Bach, Beethoven, Schubert ve Wagner gibi besteciler için de uyarlama yazarak; bu alanda, toplamda 400’ün üzerinde eser verdi. Fakat, konserlerine devam ederken şunun farkına vardı: İlk dönemde yazmış olduğu eserler, onun için; yeterli değildi. Bestelerine daha çok önem vereceği ikinci bir dönem için, konserlerine ara verdi. Liszt; yapıtlarının büyük bir bölümünü, bundan sonra yazdı.

37 yaşında, Weimar’a yerleşerek; kendine, beste çalışmalarına yoğunlaşabileceği bir zaman yarattı. Bu; onun yaratıcılık seviyesinin, zirve yapacağı dönemdi. Senfonik şiir eserleri dışında; konçerto, sonat, senfoni formlarında da eser verecek ve hatta; dini müzik bile besteleyecekti. Fakat, şöyle bir durum var ki; onun bestelerinde kullandığı armoni arayışları; başkaları tarafından pek kabul görmüyor ve yargılanıyordu. Yaptığı denemeler, tonal müziğin dışındaydı.

Liszt; çocukluğundan beri, tonal müziğin haricinde; çingene ve kilise müziği ile yakından ilgiliydi. Daha 16 yaşında, yazmış olduğu “Malédiction” eseriyle, tonal harmoninin sınırlarını zorluyordu. Kromatik ve neomodel gibi malzemeleri de kullanarak, bütün bilgi birikimini; harmanlanmış bir biçimde, eserlerine aktarıyordu. Onun; tonal müziğin olanaklarının tükendiğine dair düşüncesi ve bu çıkmazı aşmak için yapmış olduğu araştırmalar, kendi dönemi için eleştirilmesine sebep olsa da; kendisinden sonra gelecek olan; Debussy, Ravel gibi isimleri; önemli ölçüde etkilemişti. Onun yeni denemeleri; izlenimcilik akımına imkan sağlamış, hatta; çok daha sonra ortaya çıkacak olan atonal müziği öngörmüştü.

12 ton sisteminin yaratıcısı Schönberg; Liszt ile alakalı şunları söylüyor:

“Wagner de dahil olmak üzere, hepimiz; César Franck, Richard Strauss, Debussy ve son Rus bestecileri… Her şeyimizi ona borçluyuz.”

Bu yönüyle, Liszt; tam bir romantikti. Bir yenilikçi. Var olan kuralların dışına çıkma fikrini ortaya
atmış ve 20. yüzyıl müziğine yol gösteren ilk besteci olmuştu.

Liszt konserlerinin, tarihte başka bir yeri daha var.

O; solo resital veren ilk kişiydi. Ve bu tarzı popüler hale getirerek, bu resitallerin standartını belirledi. Her ne kadar ünü bu şekilde gelişse de, gördüğümüz gibi, O; sadece bir virtüöz değil. Romantik akımın en önde gelen bestecilerinden biri. Özgünlüğü ileri seviyedeydi. Ve armoni dünyasında bir ekol yarattı. Ayrıca; üstün hakimiyet kurduğu piyanoda, yeni bir yazım tekniği geliştirerek ve ona orkestra renklerini vererek; ilk bakışta imkansız gibi görünen bir şeyi başardı.

Senfonik şiir formunun yaratıcısı oldu. Hiçbir zaman, eski ile yetinmedi. Hep yeni bir şeyler söylemek isteyen biri olarak ortaya çıktı. 700’den fazla eserinin yanı sıra; düşüncelerini kaleme alan birisiydi. Çingene Müziği, Frédéric Chopinn, John Field gibi kitapların yazarıydı. Ciltler dolusu makale ve mektup yazdı. Zamanının tartışmalı figürüydü.

Yazdığı müzikler, kendi çağında anlaşılamadı. Ve hatta; yeniliklerinin saygı görmesi, ancak ölümünden sonra oldu. Bugün bile müzik dünyası, hala; değiştirdiği şeyleri tartışıyor. Ama ne olursa olsun, onun yenilikçi ruhu ve müziğe olan katkıları; yeniliğe açık olan kişiler için ilham kaynağı olmaya devam ediyor.

Şu bir gerçek ki, Liszt; basit bir müzisyen ya da sadece cambazlık yapan bir konser piyanisti değil. O; aynı zamanda, müziğin geleceğini şekillendiren bir öncü.

Bir sonraki videoda görüşmek dileğiyle, sevgiler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir